Cumartesi, Şubat 28, 2009

Haftanın şarkısı #11


sabahin bir köründe, sigarami yakmis kahve mi icerken, "hadi bakalim bir 17 yaşa geri donelim, cenk taner dinyelim" demisken, "eg basini egeceksen" dinleyeceksen kazaran calinan, ve sonrasinda gün icinde 500 kere dinlenen bir sarkidir bu.. nasil kacirdigimi, nereden duymadigimi bilmiyorum ama bu sarkisiz gecen yillara üzülmekteyim..

öncelikle sarkinin erkin koray'in "gonul salincagi" ve "sevince" sarkilarindaki "elektro sazla yapilmis mutlu rock" ekolunden geldigini soyleyebiliriz.. sarki sanildigi gibi 70lerde cikan bir sarki degildir.. bizzat 1999 yilinda "1953 hürel" seklindeki cin adli albümde kendine yer bulmustur.. daha onceden de yazildiysa sahsen ben gormedim..

daha fazla uzatmak istemiyorum ve kendi kararinizi vermeniz icin sarkiya bagliyorum sizi:

Cuma, Şubat 27, 2009

tasolarımı bir hiç uğrunda çöpe atan annemi affediyorum

annemi şu gün itibari ile , tasolarımı attığından dolayı affediyorum.. hala kızgın, hala kırgındım ama sanırım 10 senenin üzerinden bu kirginligi, bu küskünlüğü sürdürmenin manasi yok.. ama şimdi fotosunu görünce alenen kokusu geldi burnuma.. o parmaklarinin arasindaki pürüzsüz yüzeyi geldi aklıma.. ama sen kadın niye atiyorsun benim tasolarimi? yetişkin bir kadınsın sen! annesin! yakisiyor mu sana tasolarımı atmak??

yine kızdım anasını satiim.. hayır marslıyı atmasaydin bari. ben seviyordum o marslı arkadaşın fotosunun olduğu tasoyu..


itiraf edin bir garip oldunuz dimi şimdi tasoları görünce.. bi böyle nostalji çukuruna seyrettiniz..




dolunay kadar beyaz bu şiir
uçuyor sesimle birlikte, denizlerinin üzerinde
senin denizlerin öylesine huzurlu ki

benim elimdeyse korkular var
ama uçuyor bu şiir, tüm korkuların
tüm acıların sınırlarını aşarak uçuyor.

seni tanıyorsam şunu biliyorum ki
sevmek fiili sende doğar
senin şarkın özgürlüktür
ve ben seni hissederek yaşarım

burnumu donduran soğuk havada
her şafak söktüğünde ve her iç çekişimde
endişe ve korku dolu yollarda
nöbet tutar aşkın, ışığıyla

isterim ki ateşten ruhum
senin gerçekliğini sarmalayan
huzur ile deva bulsun.

isterim ki benim uçan dizelerim
senin omzunu göz yaşlarım
için hazırlasın..

Büyük Beyaz Köpekbalığı


national georaphic'in goz bebegi balik bu.. ne zaman tv'yi açsam national georaphic'de bu balıklardan var.. suya girip de büyük beyaz cekilmesse kendilerini eksik hissedior bu kanalin belgeselcileri.. gecen yine oturmuslar "bugun ne ekssantriklik yapalim da büyük beyazi madara edelim" diye düsünmüs olacaklar ki bi aparat yaptirmislar.. yazicioglundan hazir alinan devreler ile yapilmis bu aparat insanligin duymadigi ama kopek baliklarinin duydugu, balik yuzgeclerinden cikan narin bir sesi cikartiyormus.. bildiin fış fış sesi anlayacagin..

neyse efendim bi plastik kutunun icine koydular gonderdiler asagiya.. benim hic umudum yoktu acik soyleyeyim. anli sanli büyük beyaz kopekbaligi bu plastik kutudaki aparattan etkilenmezdi..

yanilmisim dostlarim.. kopekbaligi büyükbeyaz olsa da malmis elinde sonunda.. arkadas hic mi bakmiorsun "ulan ses ayni ses ama goruntu sikko yemiim ben bunu" demior musun sen? ses gelince direk agzini ac. bu mu lan? bu mu 7 denize korku salan balik.. katil balik, dehset sacan deli yaratik bu mu? plastik kutuya kadar düsecek, sirf sesi ayni diye onu yemek isteyecek..

yaziklar olsun tüm hayretle izledigim jaws filmleriyle gecirdigim zamana.. yaziklar olsun izledigim onlarca belgesele.. demek kazaran biz de aynı sesi salsak, bizi de yicek.. yazıklar olsun bir kere diil bin kere!

Perşembe, Şubat 26, 2009

Jackson Pollock No 5 veya 2 bilemiyorum 7 de olabilir

yukardaki foto amerikan kaydirigukbak ressam jackson pollock'un bir eseri. gecen sene rembrandt gösterirken iyiydi de modern sanata deginmeyecek misin diyenlere selam olsun. buyrun modern sanat bu.. hadi buyur bakalim bu tabloyu ayir diger jackson pollocklardan..

hoş ben bu resmi çizen arkadasin öncülügünü yaptigi, ve en basarili orneklerini verdigi sanatini ben, bulutta, patateste, arinin peteginde "allah yazisi" arayan manyak mümin dostlarimiza benzetiorum.. yani tamamen random olarak olusturulmus bir resmi, bir kez daha tekrar edemeyecegin bir resmi "burada soyut calistim ve savasi anlattim" seklinde aciklamak sacmalik gelior.. sahsen ben bu tarz bir, duvara boya atayim, aman paleti firlatayim amele sümügü gibi yapissin, seklinde sanata yonelsem 3 gün sonra "hasiktir kirmizi boyayi attim, allah yazdi lan! mesaj olsa gerek.. birakiorum cat stevens gibi olucam.. kendimi dine vericem" derim..

bu adamin sanatini sevmiorum, sanat olarak gormuorum, sanat olarak gorenlerin de anlini karislarim.. hele ki 140 milyon dolar verip bu adamin tamamen "rastlantisal" yaptigi bir calismayi alanlarla ise özel konusmak istiyorum.

Çarşamba, Şubat 25, 2009

25 şubat 2009 uçak kazası


Bu jet yakıtı denen zamazingo bir şekilde acaip tutuşan bir şeydir. ters baksanız bile tutuşur. o yüzdendir ki bir ucağın en güvenli yerinde bulunur benzin depolari. ve üçe ayrılan bir uçakta yangın çıkmamasını tek bir şey açıklar "benzin yoktur o uçakta.."

Jet yakıtının bu denli manyak bir zamazingo olmasından dolayı uçaklara "düşüyoruz yarap, yangın çıkmasın diye benzini boşaltalım" butonu eklidir. pilot o düğmeye basarak tüm benzini boşaltabilir..

Şimdi ya o düğmeye basılmış, ya da uçağın yakıtı bitmiş. O düğmeye basılmadığı söyleniyor.. demek ki yakıt bitmiş. Son zamanlarda krizle birlikte hava yolları şirketlerinin inanılmaz önlemler aldıklarını biliyorduk. Demek ki bizimkiler de küçük esnaflık yaparak az benzin koyma yöntemini seçmişler.. veballeri boyunlarına..

ama benim tahminim ki thy'nin bu havacilik standartlarını yukarilara çeken "star alliance" adındaki bir örgüte üye olmasi yüzünden, böyle bir dandiklik yapamayacağı yönünde.. yani ucuz uçak seferi, charter değil bu uçuşlar sonucunda.. muhtemelen bir dandiklik oldu, ve benzin deposu benzin sızdırdı, kaybetti bu da benzinin bitmesine yol açtı..

her neyse ölenlerin ailelerine sabır diliyorum..

bu arada tüm bu yazı boyunca gerekli bilgilere veren canım dostum "dee" ye de buradan selam ederim..

Haftanın şarkısı #10




Biraz geç kaldım haftanın şarkısı hadisesine ama kusura bakmayın.. izmirliler yazları bir şekilde çeşmede, karaburunda, seferihisarda hiç olmadı gümüldürde geçirirler.. oralarda nedense türk radyoları, türk televizyonları çekmez. tüm bir yazı yunan kültürü ile içli dışlı olarak geçirirsiniz..


işte bu yazı özlediğimiz günlerde bana yazı hatırlatan şeylerden birisini sunmak istedim size.. yunanistan'in adnan şenses'i bir şekilde öldüğünde arkasından milyonların agladigi ismi "stelios kazantzidis"'in bir eserini.. bizde "duyduk duymadık demeyin" olarak söylenen bu şarkı egenin öteki yakasında "efuge efuge" olarak söylenmis..

annesi babası, türkiye göçmeni olan, babasını 8 yaşında kaybeden (yunan milliyetçileri öldürmüş kendisini.. mubadelenin garip bir yanı var aslında. bir gün oturup yazmak gerek. mubadeleye konu olan insanlar büyük özlemlerin insanları. ne orada ne burada yer edinebiliyorlar ilk başlarda. özlüyorlar kendi topraklarını.. hatta öyle ki atinada "yeni izmir" mahallesi var.. ) stelyos abimizin aslında türkçe şarkıları da var."annemin anadolu şarkıları" diyor bunlara ve bu şarkılar özellikle ege şarkıları. telgrafin tellerine kuşlar mı konar, bekledim de gelmedin gibi onlarca şarkı. ama nedense onları bulamadım mp3 olarak. çok da aramadım açıkcası..

altta da efuge efuge'nin türkçe versiyonu var.. youtube açan şanslı kitleye gelsin

http://www.youtube.com/watch?v=CCx39rFKO_o

Charlie Chaplin


Dün gandhi fotolarını keserken keşfettim bunu.. Yukardaki fotoda, solda duran arkadaş "charlie chaplin" evet bildiğiniz charlie chaplin.. kendisini the tramp olarak adlandirilan, bizim "şarlo" dedigimiz karakter dışında görmek, tevfik gelenbe'yi arap bacı haricinde gormek ile, seyfi dursunoglu'nu erkek kiyafetleri içinde gormekle aynı kivamda benim nazarimda.. insan bir garip oluyor.. charlie chaplin'i bir sekil hep bagdem biyikli, melon sapkali, sapkasini cikartinca kıvırcık lahana misali saclari olan, bastonu ile komiklikler yapan, kah düsen, kah kalkan, sessiz bir adam olarak biliyoruz ey dostlar.. öyle tanidik, öyle sevdik kendisini.. oysa ki adami sadece 1930'lardaki genç hali ile bilirmişiz. adam 1977 yilina kadar yaşamış da 1972 yilinda oscar bilem almis.. ama tabi insanoglu genc kalmiyor, charlie chaplin'de genç kalmamiş ve yaşlanmış..

yaşlılık halinden o kadar bi habermişim ki, az once baktigimda gordugum adam beni acaip sasirtti. otobuste gorsem "haci baba buyur otur sen boyle" diyecegim akca pakca, tombul ama yine de tiknaz bir amca.. ne badem biyik kalmis, ne o komik hareketler.. afalladim yemin ediyorum.. hoş yaşlılığını bilmememizin nedenide zamanında mccarthy'nin antikomunist politikalaridir.. adami şutlamışlar ülkeden.. 1972 yilinda oscar almak için amerika'ya girmek istediğinde bile 10 günlük vize vermişler bu büyük adama..

bu arada ilk karisi mildred harris'in ilik gibi oldugunu düsünmekteyim.. eh kadinlar kendilerini güldüren erkekleri seviyorlar.. yapacak bir şey yok. o kadar param, yakışıklı bir duruşum, kaslı bedenim olsa da kadınları güldüremediğimden pek şansım yok...

buyrun youtube videosunu vereyim ben.. hayat ne garip yahu. nasil ki adile naşit'in gençliğini bilmiyoruz, charlie chaplin'in de yaşlılığını bilmiyormuşuz.. hatta şahsen ben o yaşa kadar yaşadığını bile bilmiyordum.. muhtemelen filmlere ses gelince intihar etmistir falan diye düşünüyordum.. bir garip oldum yeminle.. neyse buyrun charlie chaplin'in yaşlılığı:

http://www.youtube.com/watch?v=gvvots5i4du

Salı, Şubat 24, 2009

mahatma gandhi


dünyaya gelmiş ve gelecek en büyük adamlardan bir tanesidir bay gandhi. sadece insanlik adina buluşları ile değil (pasif direnişten bahsediyorum), ayrıca kocaman bir halki tek kurşun atmadan özgürlüğüne kavuşturması ile de böyle apayri bir yeri vardır insanlik tarihinde..

mamafih bize göre bir adam degildir.. yani türkiye'de olsa, atatürk ile yer değiştirseler, pasif direniş yaparak mesela kurtuluş savaşını kazansak, gandhi şu anki saygınlığında olmazdi sanırım.. zira biz biraz daha sert adam seviyoruz.. icabinda "sittir ulan, geldikleri gibi giderler" desin istiyoruz.. birleşmiş milletlere başvurma konusunda "onlar teklif etsinler ancak öyle" diyebilecek bir liderden hoşlaniriz, eğri oturalim doğru konuşalim ki 1939'yilinda şu şekilde bir mektubu hitler'e gönderen birisine pek saygi duymazdik:

"as at wardha,
c. p.,
23-7-'39

dear friend,

friends have been urging me to write to you for the sake of humanity. but i have resisted their request, because of the feeling that any letter from me would be an impertinence. something tells me that i must not calculate and that i must make my appeal for whatever it may be worth.

it is quite clear that you are today the one person in the world who can prevent a war which may reduce humanity to a savage state. must you pay that price for an object however worthy it may appear to you to be? will you listen to the appeal of one who has deliberately shunned the method of war not without considerable success? any way i anticipate your forgiveness, if i have erred in writing to you.

i remain,
your sincere friend,
m. k. gandhi

herr hitler,
berlin,
germany"

hakket hint fakiri yahu.. ingilizce bilmeyenler için kısa tercümesini yapayim "kardeşim hitler, beni seviyosan savaş çıkarma.. bak kulun kölen olayim savaş olmasin.."

sanki dünya barışı için mesaj yazmiyor da facebookda fotografini gördüğü kıza mesaj atiyor "ya çok çok kusura bakmayın ama çok güzelsini arkadaş olarak ekleyebilir miyim çok özür dilerim tabi rahatsiz ettiysem" misali.. dedigim gibi.. biz başımıza getirmezdim böylesine ezik bir arkadasi.. bu ne yahu? bizim liderimiz olsa kendisinden "ya ne aticam arkadas mektup felan, o atsin bana.. gelsin "gandhi abi tovbeliyim savasmicam desin" ancak öyle" demesini beklerdik.. böyle olmuyor.. sahsen ben dahi gurur duymazdim böylesi bir mektupla.. "cumhuriyetimizin kurucusu ulu önder mahatma gandhi bir keresinde hitler'e mektup gondermis" diye bahsedemezdim.. yapamazdim..

Tropic Thunder



son yillarda güldüğüm ve kaliteli olan yegane komedi filmidir bu.. yani tamam recep ivedik'te de güldüm ama o gülmeler pek övünülesi pek "işte ben bunlara gülüyorum ya" denilesi işler değildi.. tropic thunder'a güldüğüm için mutluyum bu bağlamda.. hoş bu filmi de beğenmeyenler, "buna mi gülüyorsun" diyenler olmuş zamanında, internetlerden okuyorum, şöyle beğenmedim böyle etmedim demiş de arkadaş neye güleceğiz yahu? neyle mutlu olacağız sorarim.. `woody allen`'in `babanas`'i üzerinden neredeyse 50 sene geçmiş.. artık komedi dediğin böyle eğreti yapiliyor işte.. yapacak bir şey yok..

filme gelince, daha ilk başındaki sahte trailerlarda kahkaha attirmayi başararak, hakan şükür'ün "dünya kupalarinin en hizli gol atan oyuncusu" olmasi gibi, "dünya filmlerinin en hizli kahkaha attirani" olan bir filmdir bu.. daha ne diyebilirim ki.. benim gibi savaş filmi janrini agzi kulaklarinda gozleri patlatarak izleyen biri olarak, ilk başlarında acaip sevdiğim, ortalarında sıkıldığım, son kısmında ise yeniden eğlenmeye başladığım bir film olmuş.. platoon'dan , deer hunter'a, sonra şu the doors ile başlayan filmden (apocalypse now hatirladim) m a s h'e kadar onlarca yere çok neşeli göndermeler yapilmiş. direk filmin ismiyle zaten "tropic ligtning" adındaki 25. piyade tümenine bir selam çakılmış (bu tümen ikinci dünya savasinda pasifik cephesinde, şu meshur bayrak dikme eylemini gerçekleştiren tümen aynı zamanda.. yanilmiyorsam)

selam cakmalarin dandikligini bir kenara birakirsak, yeminle güzel yahu film. tüm klişelerin dandikliğini gözümüze sokarak komiklik yapan, (hatta filmde angelina jolie'nin güney asyadan çocuk evlat edinmesi kivaminda bir evlat edinme sahnesi var.. o bile kahkaha attirtti), tüm o vietnam filmlerindeki müzikleri direk önümüze sunan, tatlı mı tatlı, güzel mi güzel bir film yapmış cocuklar.. belli ki kendileri de çekerken acaip eğlenmişler. o eğlence de filmin her bir yanına yansımış.. (son cümleleri hincal uluç uslubu ile yazmaktan mu-mu-mutluluk duyuyorum)

yine de filmin en süper sahnesinin robert downey'in delirip
"i am lead farmer, kurşun yetiştiririm mina koduklarim" demesi olduğunu düşünüyorum.. böyle janti bir duruş olmaz arkadaş..

Pazartesi, Şubat 23, 2009

heath ledger


olduğu kadar..

insan zehirlenmesi


bu aralar biraz insan zehirlenmesine uğradım.. bu insan zehirlenmesi denen zamazingo kanımca, insanlarin birden salak olduklarini ve seni aslinda dinlemediklerini seni dinlediklerini zannettiinde aslinda sen susunca ne dediklerini dusunduklerini anlamaniz bu zehirlenmenin ilk belirtisidir.. kulucka doneminde kendini gostermeyen hastalik ani bir patlama ile ortaya cikar.. bu travmaya neden olan seylerden biri karsida ki insanin "ben bid bidi bidi ama sen bidi bidi bidi" konseptinde bir cumle kurmasi olabilir...

bundan sonra devamli bir aglamaya yakinlasip aglayamama,boyun bolgesinde agri ve kusma istegi gelir..istah kacar,sikilganlik baslar,unutkanlik olusur..yapilmak istenen tek sey uyumaktir..ama uyunamaz.. depresyon tetikleyicisidir...

o yüzden pek yazı yazasım gelmiyor. sabahtan akşama flash oyunlar oynamaktan başka yapmak istediğim bir şey yok. msn'i bile zor açıyorum. bu bağlamda çok sevdiğim insanlarla bile uzun süredir konuşmadım.. değil buraya yazı yazmak kendi işimi bile doğru düzgün yazamıyorum. o yüzden herkesden özür dilerim.. önümüzdeki günlerde süper konularla geri döneceğim.. "robot efendilerden kurtulma yolları","durduk yere mahveden 5 sezen aksu şarkısı","göğüslerini size göstermeye ant içmiş travestiden kaçma yöntemleri" gibi şeyler yazmayı planlıyorum.. oh bebek..

Cumartesi, Şubat 21, 2009

roma bir günde kurulmadı



direk romancasiyla (latince olarak da şey edebilirsiniz) "non uno die roma aedificata est " olan dünya üzerinde "hakan sükür 38 yasinda ama hala top oynuyor.." lafindan sonra en rahatlatici kelam.. na bunu boyle buraya yaziyorum arkadas..

her hangi bi halti bir günde yetistiremezseniz, her hangi bir seyi verilen süre zarfinda (ki mesela "bi daha geldigimde gormeyece" gibi bir süre zarfi olabilir bu zarf..) halledemezseniz cak cakarsiniz bu sozu "roma dahi bir günde kurulmadi babacim" dersiniz.. demogojik bir zafer kazanip "vici" diyip cosarsiniz akabinde de..

bu evrensel atasozu (ki ingilizler de ayni anlamda "rome was not built in one day" derler.. fransizlar yine "rome ne s'est pas construite en un jour" derler.. ) tüm dünya halklarinin "panik yok işler yetisir" kancikliginda olmasini saglar..

velhasil roma hakketten bir günde kurulmamistir.. baya uzun sürmüstür.. ben diyeyim 10 sene siz deyin 15 sene kadar sürmüstür.. bazi tarih kaynaklarinda 20 sene sürdügü bile soylenir.. romayi kurduktan sonra kurdelesini kesen donemin belediye başkanı totti, "romayi kurduk simdi sira romalilari yaratmakta" diyerek bi bok yemis, soyledigi o soz de tarihe "bir halti yiyorsan o haltin devamini nasil getirecegini düsünmelisin" manasini vermek icin gecmistir..

o degil de merak ediyorum arkadas, bizden bi 2000-3000 sene sonra acaba atasozu olarak anilacak seyler soyleyebilecek miyiz biz de? arada deniyorum ama boyle tasakli seyler cikmiyor.. gecen "eceli gelen fare kedi tasagi avuclar" dedim ama daha once baska bi ata zaten kullanmis onu kendi atasozunde.. kahretsin.

Perşembe, Şubat 19, 2009

Müzik Arası 2: Fleet Foxes - Mykonos



yeri gelmişken bahsedelim ki, mykonos (türkçesiyle "mykonos"), zeus'un titanlara "hareket yapma hareketin kralini görürsün" dediği bir ada. ondan sonra kuruluyor tüm yunan mitolojisi.. şimdilerde metre kareye 5 gay düşse de yine de bodrum'a benzeyen enfes bir ada.. ama dediğim gibi soooo gay.. altta da fotoğrafı var.. yaz gelsin..

haftanın resmi: kuşkucu thomas

haftanın müziği derken haftanın resmi köşesi de yapmaya karar verdim.. cumartesi veya pazarları musiki, persembeleri de resim.. fena olmayacak gibi bakalım..

söylenceye göre, isa carmiha gerildikten bir kaç saat sonra hava bozar.. çarmiha germe işleminin amacına ulaşmasını sağlamak ile görevli bir roma askeri de yağmurun geleceğini görüp, mesaisini erken bitirmek, kahveye gidip arkadaşları ile king oynamak için isa'nin sağ kaburgasının altina sokuverir mızrağı.. böylelikle isa'nın daha acı cekmemesini, birden ölmesini sağlar. (hoş sonrasında ebediyete kadar yaşamak ile lanetlenecektir.. bence abartı bir ceza.. tabi allahın işine karışılmaz)

yukardaki tablo caravaggio'nun.. isa'nın dirilişinden sonra(bu diriliş ikinci diriliş değil. yahya'nın yani john'un incilinde isa çarmıhtan indirildikten sonra bir ara diriliverir) havarilerden thomas inanmaz isa'nın, o isa olduğuna.. bir şekil "nereden bilicem" der tutturur.. isa da "yaklaş" der thomas'a "dokun yarama" dedikten sonra da acar bagrini gösterir yarasına. thomas'da acaip bir sekilde eller parmagini sokar. orada tak lafı koyar hazretli isa, "görmeden inananlardır kutsananlar"..

acaip severim bu tabloyu'da bana bir şekilde çok bağnaz gelir arkasındaki düşünce.. bu arada thomas'in etrafindakileri de esas yancılar olarak gormekteyim.. muhtemelen vermişlerdir gazı "açsın açsın, sok parmağını sen de bakalım arkadaş. nerden bilcez?" diye..

Çarşamba, Şubat 18, 2009

Barış Manço Japonya Konserleri


90'li yillarda ilk gencligimde gerceklesen, tüm türkler olarak milliyetci hislerimizi kabartan, 2002 yilinda dunya kupasi maclarinda dahi japonlara ultra bir sempati ile bakmamizi saglayan konser. tam olarak 15 japonya ilinde verilmis olup toplamda asagi yukari milyon kisiye seslenmistir baris manco.. ayrica baris manconun hic bir yabanci sarkicinin yapmadigi derecede caponya hakim olmasi da gözlerimizi yasartmisti zamaninda..

isterdim ki bu entry'i bir "oradaydim" belgeseli tadinda yazayim cizeyim ama en fazla "televizyonun basindaydim" diyebilirim.. konserin tepe noktasi kara sevda sarkisinin soylendigi yer olmustur arkadaslar. baris abimiz birden sahneden asagiya atlamis romanya bayragi misali bayraklarla turk bayraklarini esit frekanslarda sallayan cinlilerin arasina "dona arigamatto" diyerek dalmis sarilmis opulmus turkleri turkluklerinden oturu ne mutlu kilmistir.. itiraf etmeliyim ki ben sirf o bayraklar neticesinde baris manco romanya konseri zannetmistim konseri uzun bir süre.. hatta george hagi turkiyeye geldiinde romenliginden suphe etmis "gozler hani cekik degil" edasi ile septik davranmistim..

internetlerin ilerlemesi ile bilgiye ulasmak ultra kolay oldugundan kucuk bir arastirma ile konserin gercek yüzü ortaya cikti a dostlar.. simdi bu konser aslinda sooka gakkai adli bir budist fraksiyonun halkla iliskiler atagi olarak duzenlenmis, baris mancodan sonra bir italyan, bir ingiliz ve bir almana da konser verdiltilmis (fikra misali oldu gerci bu bir ingiliz bir alman bir italyan japonyaya konser vermeye giderler....) bu sooka gakkai orgutu meshur fitbolcu roberto baggio nun da muridi oldugu zenginden zengin bir orgutken, yonetim adina yaptigi darbe planlarindan oturu japon hukumeti olarak kapatilmis, milyon dolara yaptiklari kiliseleri yikilmis, bir daha bitki yetismesin die ustune tuz dokulmus ve isenmis bir tarikat.. japon hukumetini öyle kizdirmis yani..

neyse lafimiza geri donersek baris manco bu budist fraksion tarafindan oraya cagirilmis ve salonu dolduran 20 bin kisinin hepsi de orta yasi gecmis amcalar teyzeler olup o tarikatin muritleri olmuslardir.. o bayrak da sooka gakkai nin bayragi imis a dostlar.. yoksa capon dediin beyaz üstüne kirmizi noktali insanlardir degil mi? yani sonuc olarak hadise biraz al gülüm ver gülüm tadinda.. türk popu japonyada o kadar da güclü, o kadar da taninmis degilmis arkadaslar.. üzüldüm tabi bu gercegi ogrendigimde her neyse..

buradan devam ederseniz, gittiginiz internet sitesi internet sitesi dediklerimi dogrulayacaktir.. bir ugur dundar tadinda herseyimiz belgelidir efendim..

bu da youtube güzelligi olsun : http://www.youtube.com/watch?v=tNQIbsdKkcc

Hadise


hadise'nin ismi konusunda yapilan geyiklerde ne kadar ileri gidilebilecegini merak ediyorum açıkçası. "trt'de hadise çıkacak" dan baslayan, "eurovision'da hadise olacak" ile devam eden bu süreçte korkuyorum ki basarisiz bir eurovision mucadelesinden sonra aymaz gazetelerimizden birisi "dandik bir hadise" kivaminda manset atabilirler.. ki dedigim gibi bunun, hiç hoş olacagini düsünmüyorum.. "hadise'nin luzumu yok" gibi gariplikler yaşanabilir.. ama tabi en sahanesi, devlet televizyonunun "münferit hadise" olarak olayi aciklamasi olacaktir ki gercekten felaket..

Salı, Şubat 17, 2009

Aşık Veysel


yasaminda cektigi acinin haddi hesabi, manasi olmayan bir insan asik veysel.. dünyada duymadigim, dünyada tatmadigim bir hüzün barindirir sarkilari.. oyledir ki yasantisi, türkiye'de degil de amerikada yasiyor olsa mesela, (kör diyince direk akla ray charles geliyor ama degil, ray charles asik veysel'in cektiklerini cekse 30 farkli kansere yakalanirdi heralde) bin tane filmi cekilir, yarisinda basrolu denzel washington oynardi..

asik veysel 1894 yilinda dogmaya karar veriyor.. karar veriyor diyorum zira, daha dogumunda dakka bir talihsizlikle karsilasiyor.. annesi koyun sagmaya, meraya giderken, birden sancisi geliyor, ve tamamen kendi basina dogumunu yapip, sivri bir tasla veysel'in gobek bagini kesiveriyor.. sonralari meydanina heykeli dikilecek, sivas'in sarkışla ilçesini 1901'de cicek salgini vuruyor.. dünya saglik orgutunun 1900lerin ortalarinda dünyadan kazidigi bu hastalik, ne yazik ki veysel'in renklerini de elinden aliyor.. tek gozunde cicek cikiyor, otekisi de bunun acisiyla katarak sahibi oluyor.. tam sehre gidilecek, katarak iyileştirilecek derken, ters bir hareketle o ışığı goren gozune de comak giriyor..

şimdi soyle düsünmek gerek.. yil 1900.. osmanli'nin son zamanı.. istanbul bile toprak yoldan ibaretken, sivas'in bir alevi koyu.. ve kör bi cocuk.. babası fakir, esrafi fakir, cümle fakir.. ama babasinin sevgisi var.. babasi da zaten siire merakli bir adam, okuyor boyna, koroglundan, emrahtan, pir sultan abdal'i okuyor, dertli yi okuyor.. bir de saz veriyor eline, hayati boyunca dünyaya kendisini gostermesini sagliyor boylelikle..

cihan harbi cikiyor sonra, veysel'in tüm yasitlari askere gidiyor. köyde bir veysel kaliyor erkek.. kimsesiz.. bi sazi, onun da telleri koptumuydu, alacak takacak yok.. veysel bu günleri soyle anlatmis zamanında "“eve girerim, yüzüm asık: anam babam halimi bilmez. ben onlara derdimi, dokunmasın diye, açamam. onlar benim kafa tuttuğumu zannederler, bense derdimi dökmekten çekinirim, öyle ki, sazdan bile cayar gibi oldum.” eh anadoluda erkek cocuk farkli tabi.. vatan borcu esas o zaman borc.. ve veysel borcunu odeyemiyor.. acisi biniyor en basta:

“ne yazık ki bana olmadı kısmet
düşmanı denize dökerken millet
felek kırdı kolumu, vermedi nöbet
kılıç vurmak için düşman başına."





asik veysel'in babasi veyseli "belki ben ölürüm bakanı olmaz" diyerek akrabalardan esma diye bir kizla evlendiriyor.. esmadan bir kizi bi oglu oluyor veyselin, oglan daha memedeyken vefat ediyor.. annesi ondan bir bucuk sene sonra da babasi vefat ediyor.. abisinin eli bol biraz, bir hizmetkar tutuyorlar.. hizmetkar esmayi ayartiyor, birlikte kaciyorlar.. veysel elinde 6 aylik kiz bebesi ile kalakaliyor..tam 2 sene elinden dusurmuyor bebesini.. ama kör adam nereye kadar baksin ki? o da ölüyor...

30lu yillara geliniyor.. osmanli gidiyor ama memleket ayni memleket.. insani aynı insan.. yine de bir şeyler yapilmaya calisiliyor.. sivasta halk sairleri yarismasi düzenleniyor.. veysel ataturk destani ile katiliyor yarismaya, ve cok seviliyor.. hop aklina koyuor, destanini mustafa kemal'e okuyacak.. arkadasinin da aklina giriyor, yalin ayak, basi kabak, ankara'ya yürüyorlar sivastan..

"“köyden çıktık. yaya olarak yozgat köylerinden çorum-çankırı köylerinden geçip üç ayda ankara’ya gelebildik. otele gitsek para yok. ‘nere gidek? nasıl edek?” diye düşünüyoruz.

dediler ki: “burada erzurumlu bir paşa dayı var. o adam misafirperverdir.” o zamanlar dağardı diyorlardı, (şimdiki atıf bey mahallesi) orada ev yaptırmış paşa dayı. gittik oraya. adamcağız hakikaten misafir etti. birkaç gün kaldık o zaman, ankara’da, şimdiki gibi kamyon filan yok. bütün işler at arabalarıyla görülüyor.



at arabaları olan, hasan efendi adında bir adamla tanıştık. o, bizi evine götürdü. kırkbeş gün hasan efendi’nin evinde kaldık. gideriz, gezeriz, geliriz; adam yemeğimizi, yatağımızı, herşeyimizi sağlar.

dedim ki: -‘hasan efendi biz buraya gezmek için gelmedik! bizim bir destanımız var. bunu, gazi mustafa kemal’e duyurmak istiyoruz! nasıl ederiz? ne yaparız?’

dedi ki: ‘vallahi ben böyle işlerle ilgili değilim. burada bir milletvekili var. adı mustafa bey, soyadını unuttum. bu işi ona anlatmak gerek. belki size o yardımcı olabilir.’

gittik mustafa bey’e derdimizi anlattık. öyle böyle bir destanımız var. gazi mustafa kemal’e duyurmak istiyoruz. ‘bize yardım et!’ dedik.

dedi ki: ‘amaan! şimdi şaire falan önem veren yok. kıyıda köşede çalın çağırın. geçin gidin!‘ ‘yok öyle değil dedik. biz destanımızı okuyacağız, mustafa kemal’e!’

milletvekili mustafa bey, ‘okuyun da bir dinleyeyim bakayım’ dedi. okuduk dinledi. o zamanlar ankara’da çıkan hakimiyet-i milliye gazetesi’yle konuşacağını söyledi. ‘yarın bana gelin!’ dedi. gittik. ‘ben karışmam’ dedi. sonunda kesti attı. biz ordan döndük geldik. ‘ne yapsak?’ diye düşünüyoruz. sonunda, ‘matbaaya biz gidelim’ dedik. saza, tel alıp takmak eski telleri yenilemek de gerekti.



ulus meydanı’ndaki çarşıya, o zamanlar karaoğlan çarşısı diyorlardı. saz teli almak için karaoğlan çarşısı’na yürüdük. ayağımızda çarık. bacağımızda şal-şalvar, şal-ceket, belimizde kocaman bir kuşak.!

efendim polis geldi: -‘girmeyin’ dedi. ‘çarşıya girmek yasak!’ bizi tel alacağımız çarşıya sokmadı.

polis: ‘yasak diyoruz. siz yasaktan anlamaz mısınız? orası kalabalık. kalabalığa girmeyin!’ diye diretti. ‘peki girmeyelim’ dedik. polisi güya salmış gibi yürümeye devam ettik. adam geldi, arkadaşım ibrahim’e çıkıştı. ‘kafadan gayri müsellah mısın? girmeyin diyorum. beynini patlatırım senin!’ diye çıkıştı.

‘beyefendi biz dinlemiyoruz! biz çarşıdan saz teli alacağız!’ dedik. o zaman polis, ibrahim’e: ‘tel alacaksan bu adamı bir yere oturt. git telini al!’ neyse gitti ibrahim teli aldı geldi. tel taktık. ama sabahleyin çarşıdan da geçemiyoruz. sonunda matbaayı bulduk.‘ne istiyorsunuz?’ dedi müdür. ‘bir destanımız var. gazeteye vereceğiz!’ dedik.

‘çalın bakayım; bir dinleyeyim!’ dedi. çaldık dinledi!

‘ooo! çok iyi’ dedi. ‘çok güzel.’ yazdılar. ‘yarın gazetede çıkar’ dediler. ‘gelin de gazete alın!’ orada bize telif hakkı olarak biraz da para verdiler. sabahleyin gidip 5-6 gazete aldık. çarşıya çıktık.

polisler: ‘oooo! âşık veysel siz misiniz? rahat edin efendim! kahvelere girin! oturun!’ dediler. bir iltifat başladı ki sormayın! çarşıda bir zaman gezdik. fakat yine mustafa kemal’den ses yok.

dedik: ‘bu iş olmayacak.’ amma hakimiyet-i milliye gazetesi’nde destanımı üç gün birbiri üstüne yayınladılar. mustafa kemal’den yine ses çıkmadı. köye dönmeye karar verdik. fakat cebimizde yol paramız da yok. ankara’da bir avukatla tanışmıştık.

avukat: ‘ben belediye başkanına bir mektup yazayım. belediye sizi köyünüze parasız gönderir!...’ dedi. elimize bir mektup verdi. belediyeye gittik. orada bize dediler ki: ‘siz sanatkâr adamsınız. nasıl geldinizse öyle gidersiniz!’

döndük avukata geldik. ‘ne yaptınız?’dedi. anlattık. ‘durun bir de valiye yazalım!’ dedi. valiye de dilekçe yazdı. valiye dilekçemizi imzalayıp yine belediyeye buyurdu. belediyeye ilettik. belediye bize: ‘yok!’ dedi. ‘paramız yok! sizi gönderemeyiz!’ dedi.

avukat içerledi ve kahretti: ‘gidin! işinize gidin!’ dedi. ‘ankara belediyesi’nin sizin için parası yokmuş; tükenmiş!’ dedi. acıdım avukata.

‘nasıl edelim? ne edelim?’ derken bir de ‘halkevi’ne uğrayalım bakalım. belki oradan bir şey çıkar’ diye düşündük. mustafa kemal’e gidemiyok. halkevine gidek. bu defa, halkevine, bizi kapıcılar bırakmıyor ki girelim. orada dinelip duruyorduk.

içeriden bir adam çıktı: ‘ne geziyorsunuz burada? ne yapıyorsunuz?’ diye sordu.

‘halkevine gireceğiz ama bırakmıyorlar!’ diye cevap verdik. ‘bırakın! bu adamlar, tanınmış adamlar! âşık veysel bu!’ dedi. o içeriden çıkan adam, bizi edebiyat şubesi müdürüne gönderdi.

orada: ‘ooo! buyurun! buyurun! dediler. halkevinde bazı milletvekilleri varmış. şube müdürü onları çağırdı: ‘gelin halk şairleri var, dinleyin.’ dedi.

eski milletvekillerinden necib ali bey: ‘yahu dedi bunlar fakir adamlar. bunlara bakalım. bunlara birer kat elbise de yaptırmalı. pazar günü de halkevinde bir konser versinler!’

hakikaten bize, birer takım elbise aldılar. biz de o pazar günü ankara halkevi’nde bir konser verdik. konserden sonra cebimize para da koydular. ankara’dan köyümüze işte o parayla döndük. "

sonrasi bilinen hikaye, asik veysel'in halk ozani olmasi, cumhuriyet tarihimizin en büyük insanlarindan birisi olmasi, tüm türk müzigini etkilemesi..

gün ikindi akşam olur
gör ki başa neler gelir
veysel gider adı kalır
dostlar beni hatırlasın
hatırlanacak böyle bir adam, ebediyete kadar elbet dostları tarafından..

o degil de, agladim da yazdim yahu.. ne duygusal adam olmusum ben, nasil hala burkuyor yüregimi bu detaylar..

not: aradaki yasanmisliklar www.asikveysel.com dan araktir..

Atlatma şeycilik


takip edildigimi düşünüyordum da bu kadar boş beleş takip edildiğimi düşünmüyordum arkadaş..

buyrun futbol yazilari yazdigim blogdaki 9 şubat tarihli haber : burdan

bu da 10 şubat tarihli e kolay spor: linke tiklayinca o kendi gidiyor

hey yavrum hey.. acaba "drogba göztepede","chelsea'yi iki haftada sampiyon yaparim" konulu asparagaslarim da şey edilmiş midir ki? e kolay spor ekibine kaynak gösterdikleri için acaip teşekkür ediyoruz...

Pazartesi, Şubat 16, 2009

Catherine Deneuve




İzmir Sabahları


Saat 06:42.. Soğuk bir kış günü..

Çiftçi gibi uyandım yine. Bazı sabahlarda böyle oluyorum. Gereksiz yere erken uyanmalar söz konusu. Sanki ekine gidecekmişim gibi havayi kokluyorum "bu sene de iyi yağdı ama ha" falan diyorum. Sokaktan kediler geçiyor. Muzaffer kediler.. Onlara dönüp "zeydinyağlarımızı oluveri gare. arkedeş geçen zene neydi o guraklık bak hele bana gime deyyom ben!" diyorum..

Sonra bir müzik çalıyor. Bir okul servisinden ne olduğu belirli olmayan bir müzik. Çocukluğuma dönüyorum birden.

Benim çocukluğum genelde hastanelerde geçti. Ve öyle çok da mutsuz ve dandik bir çocukluk sayılmazdı aslında. Ama işte bazen hastane söz konusu oluyordu. Hastaneler kışın mükemmel mekanlardır. Eğer ki sobalı bir evde kalıyorsanız, hastaneler sizin için cennettirler. Devlet dairesi kaloriferi diye bir kavram vardır ve bu tek kelime ile "sıcaklığı" hatırlatır. Ama soğur bu saatlerde koca hastane. 100 kusur yataklı, her daim tanımadığınız bir çocuğun yalnızlıktan ağladığı bir yere dönüşür sabahları hastaneler. ve nedendir bilinmez (ki hala bilmiyorum) kahvalti bu saatte verilir.. 3 tane zeytin (dünyanın en dandik, ve en mükemmel zeytinleridir), kücük pakette pınar krem peynir, bazen pınar süt, bazen de hastane sütü (pınar süt gereksiz yere pastorizedir.. ve hastane sütü sıcaktır) 2 dilim de ekmek.

6-7 yaşındasınızdır ama koccaman abisinizdir. uyanırsınız o dandiklik içersinde. tek ayağınızın üstüne basamadığınız için gelmişsinizdir oraya ama aç kalacak değilsiniz ya, diğeri üzerinde zıplarsınız "yannız ben böyle sekerken dün döküldü, hasta bakıcı amca kızdı bana o yüzden sütü içeri getirebilir misiniz" dersiniz ama ağzınızdan çıkan şeyler "yani böyyle ziplağke ben dökküttü sora.. sora kızdı bana" gibi bişi olur. tanımadığınız insanla o zamandan beri konusamiyorsunuzdur..

Martı sesleri gelmeye başladı. Bana hep garip gelir bu. Küçükken yaşadığım ev, şu an oturduğumun karşısında duruyor. ve bu iki ev ve babamın pınar et'e giden servisine bindiği servis durağı da denize 30 dakika yürüme mesafesindedirler. Buraya kadar niye, neden martı gelir ki? o servis'e yine bu saatlerde binerdik. Babamın iş yerine giden servis anne annemlerin evinin önünden geçerdi. ve biz otobüs parası vermemek için, anne annemlere gidilecekse o servise binerdik. ve dünyanın en boktan şeyiydi anne annem için uyanmak. ta ki anne annemin "kıvırcık oğlum gelmiş benim, şekerli böreğim gelmiş" demesine kadar.

izmir'de sabahlar güzeldir. hele ki soğuk kış sabahları. babamın servisi doğuya gidiyorsa, acaba babam güneşte mi çalışır?

Pazar, Şubat 15, 2009

vampirlerin sabah ezanı açılımı


"twilight" adında yeni bir vampirli film çekilmiş. eh dandik de olmuş. film hakkinda konuşmak vakit kaybi hatta..

ama yahu anlamadığım bir nokta var.. dünyanin nufusunun beste biri müslüman, ve balkanlarin ücte biri müslüman iken hic bir drakula eserinde "hah aksam ezani da okundu hadi cikam yavastan sokaga" şeklinde bir replik veyahut kontrasi "aman tanrim, sabah ezani okunuyor hemen eve donmeliyim" seklinde bir replik edilmemistir.. boyle sahane bir gündüzü ve geceyi belirleyen hadisen var senin niye kullanmiyorsun ey holivud? her hangi bir dracula filminin azuth s cut versiyonu muhtemelen soyle olur..

louis(brad pitt): neredeyiz?
lestat (tom cruise): nerede oldugumuzu dusunuyorsun aptal? bir mezarliktayiz.. yeni mezara girmiş cesetler etrafimizda.. kokularini alabiliyor musun?
louis: lanetliyiz biz! cehenneme aitiz
*allahu ekber allahuuuu ekber... eşşedüenlaaa ilaaheee ilalllaaaaaa*
lestat: lan ezan okunuyor be.. felsefik felsefik konusup piç ettin ha geceyi.. iki kan emicez bişi yapicaz
*hayyallelfelaaaaaaa*
lestat: kalk kalk.. agzina sictiimin amatoru.. kalk.. gidem yatam yarin kalkam.. kalk!
*essalaaa tu hayrin min el neeev!*

bakin ne kadar bizden, ne kadar samimi bir vampir şeysi oldu.. su içmeye kalkanlar vampir felan gorur gibi sanki.

yüzeysel beğenilere ayrıntılı cevap vermek


cogu üreticinin yani yazarin, muzisyenin, sinemacinin, heykeltrasin, tursucunun ortak hareketi bu.. böyle bir şey var.. eminim..gerçi şu yüzeysel beğeni nedir ne değildir hadisesini açmak lazım aslında..

mesela adana yemege gidersiniz.. oturup yersini de adanayi.. cok da begenmissinizdir.. holivud filmlerindeki gibi aşcıyı cagirip tebrik etmeniz mümkün degildir. zira adanayi yapan haci amca ocagin hemen basindadir:
-ellerine saglik haci amcaaa
+saol oglum.. begendiniz mi hakkatten. domatesler biraz cigdi ama.. oğlan da erkenden almis eti.. oyle biraz şey oldu ama..

bu üretim sürecine giren insanlar felaket aclar sanirim muhabbete.. ben onu anliyorum buradan..

-sayin da vinci yaptiginiz mona lisa tablosu bizce enfes..
+ya oyle mi. cok tesekkür ederim. ya simdi onun modeli aslinda biraz dandik cikti. ne gülüyor ne somurtuyor.. tav oldum tabi "hanim dogru otur kiritmadan" diye bagirmisim. o sirada tabi boyle bir mutsuzluk oldu. benim de beyaz boyam bitmesin mi? ondan oyle bir koyu ton hakim oldu.. oyle yani

bahsetmek istedigim tam olarak bu.. yani orada o "afferim" diyen arkadasin umrunda degil işin ayrintisi. ama insan bir noktada kendisini tutamiyor tabii.. ama ben yapamiorum bunu cok özeniyorum, deliriyorum, cildiriyorum ama yine de yapamiyorum...

mail gelir: abi yazılarını çok beğenerek okuyorum..
azuth: ya tesekkür ederim ehehehe ya gercekten ehehe şey. oley.. ehe saol ya cidden..

otur konus dimi, yazim sürecinden, ne zorluklarla yazdigindan, o yazıların oluşumunda dinlemek zorunda kaldigin "sen sevdalı ben belalı" adlı selami şahin şarkısından bahset değil mi?.. yok anasini satiim.. ancak "ehe saol" ilenc olsun bana..

Cumartesi, Şubat 14, 2009

Haftanın şarkısı #9



yahu yazi icin fotoyu arastirirken farkettim de, musa'nin bir sekilde denizi ayirirken takindigi tavir sasirtici.. yani boyle denizi ayiriorsun kollari falan aciyor, bagiriyor falan tüm resimlerde.. bence yapmamistir boyle bir artislik. sahsen ben yapmazdim. ulan denizi ayiriorsun, zaten manyak bir şey, niye bir de kollarini acasin, sopayi ceviresin, bagirasin millete ayar cekesin ki.. bilemiyorum ben bagirmazdim. kordum bastonu.. ayrildi ayrildi.. ayrilmadi eyvallah derdim..

neyse.. sarki hakkında yazalım.. aslen bir gospel olan bu sarki esasli olarak "bruce the boss springsteen" in seeger sessions albumunde bulunur. en azindan cilgin bir gospel dinleyicisi olmadigim icin ancak bruce springsteen ile tanidim sarkiyi..

sarki bruce un tom waits ayarindaki vokali ve yine tom waits in ilk albumlerindeki gospel edasi ile resmen bir mutluluk kaynagi bir duygu hezeyani bir sevgi firtinasidir.. bruce sarkiyi kayit ederlerken "allahim dedim ne kadar egleniyorum o sirada birileri üstünü cikardi "giyin giyin iay igrenc" demeye kalmadi herkes soyunmustu.." der.. sarki da yardiran delirten cildirtan yaylilar ciplak calinmistir bir bakima..
bob dylan hissi verir hem de tam basement tapes albumundeki gibi..

her neyse efendim sarkinin kendisi amerikan halk muzigi kivaminda onlarca artist tarafindan ve hatta müzeyyen senar tarafindan dahi seslendirilmistir.. fakat sarkidaki mary meryem ana degil, kardesleri lazarus isa tarafindan diriltilen mary ve martha ikilisidir. ikili diyorum zira sarkinin orcinalinde "o mary dont you weep, martha dont mourn" dermis.. hatta john 11: 28-35 da ayni replik bulunmaktaymis bizzat hz jesus in agzindan..

ayrica yine incilden alintilar yapan sarkimis eski ahitin genesis bolumundeki firavun ordularinin , musanin yardigi kizil denizin altinda kalarak telef olmasini akabinde ise nuha kadar uzanarak baris sembolu olan gok kusagindan dem vurur.. muzik tarihcileri (anasini satiim bu tespiti kendim yaptim ama güvenemiyorum ki kendime boku direk muzik tarihcilerine atiyorum) firavunun ordularini ve gok kusagini amerikan irkci gecmisi ile ortak tutarlar.. yani güneyliler yenilince firavun da yenilmis sayildi misali..

pagos as known as kadifekale

"pagos" kelimesi yunanca tepe anlamina gelse de izmirlilerin nasil "koy götüne" diyen insanlar olduklarini 4000 sene oncesinden kanitlarcasina, kadifekale'nin ismidir.. yani paşalar hiç kasmamişlar "aman buraya da tepe diyelim, özel bi ad vermek gerekmez" demislerdir..

ayrica iskender'den sonra tahta oturan "oha be adam ne toprak yapmis arkadas" diyen lysimachus'un kadifekale'ye yaptirdigi kale'nin de ismidir pagos..

hoş saniyorum ki yurdun (ki o zamanlar yurt, makedonyadan basliyor, hindistan'a kadar gidiyor) bir çok yerinde pagos adli bir şehir, ve o şehrin pagos adli bir kalesi bulunuyordu.. français usulu ile çalışan bir çoğrafi yer anasını satiim.. "bahçelievler" gibi bir şey.. hel ilde 2-3 tane var..


laf kadifekale'ye dayanmışken biraz ilginçlikten bahsetelim.. mesela nasil ki rio de janerio nun favelalari varsa bizim de kadifekalemiz vardir.. ama arkadas lansmanini dogru duzgun yapamiyoruz ki.. adamlar gecekondulari hakkinda bile reklam yapiyor "rio favelalarin sehre yukardan baktiklari ve bu sirada insanlarin favelalarda öldürüldügü yer.. rio ya gelmez miydiniz?" diye turizm slogani atiyorlar.. sonra ne oluyor maykil ceksin piçi gitsin orada they dont really care about us diye sarki soylesin.. yaziklar olsun.. gerci kadifekale halkinin da burada cok büyük eksikligi var.. yani favela denen muhitten bin türlü ünlü insan hic degilse futbolcu (bkz: garrincha) (bkz: romario) cikmistir da kadifekalede ünlü oldugu pek soylenemeyecek midyeciler varir.. sahsen benim icin ünleri bir romariodan bir garrincha dan daha coktur o midyecilerin ama dünya benim etrafimda donmuyor..

her neyse efendim soyle karsilastirmak isterim ben:

bu kadifekale:


bu da favela:


allaskina "bunlar apayri yerler" diyebilen var mı? adam gecekondusuna bile kus konduruyor tanrikent diye kaktiriyor bize biz daha bakalim oyle..

bu arada izmir yazilarini bir kenara topladim.. isteyen suradan bakabilir.. yarin bi gün yana da kompile link koyarim diyorum. izmir önemli zira: izmir yazıları

Cuma, Şubat 13, 2009

Gitmesek de görmesek de, o ağaçlar bizim ağaçlarımızdır


Günlerdir içim acıyarak izliyorum haberleri. Avusturalyada durmuyor yangınlar.. "wildfire" yani kendiliğinden çıkan yangın da olduğunu söylüyorlar, birilerinin kundakladığını da. ama benim yine de içim acıyor. yaz aylarında türkiye yanmış gibi, 2006'da yunanistan yanarken, 2007'de amerika yanarken duydugum hissiyat aynı.

keşke üç beş para toplayabilsek de, bu yanan ormanların yerine teee buralarda fidanlar diksek. bir nevi avusturalya'da "türkiye hatira ormanı" (hoş bu hatira ormanı konsepti de feci sikkodur ya her neyse)

170 kişinin ,milyonlarca hayvan'in ne yazık ki öldüğü şu yangınların ikon fotografi olacak sanırım yukarıdaki.. fotografin hikayesini de yazalim:

“I could see she had sore feet and was in trouble, so I pulled over the fire truck. She just plonked herself down, as if to say ‘I’m beat’,” he said.

“I offered her a drink and she drank three bottles.

“The most amazing part was when she grabbed my hand. I will never forget that.”

banka şubelerinde sıranız yaklaştıkça artan heyecan


abuk sabuk seyler icin girdigimiz banka subelerinde son 3-4 yildir gelisen "tusa basip numara aliyoruz sonra ses cikarmadan bekliyoruz" olayi dahilinde gelisen olgu..
ayakta dikililen siralarda yoktur bu hadise..cunku insanlar kaynamayi engellemek,ondekine degdirmeden, arkadakine degdirtmeden sabit bir sekilde durabilmek konularinda mesgullerken kendilerini heyecandan uzak tutarlar..

ama oturuyorsun orda yapacagin sey heyecandan baska birşey degil..

"aman yerde hali var ayaga kalktigimda takilmayayim ona","bir eli bank a koyayim mahsun gibi bakayim sonra da "meraba ben ugur kredi karti borcumu yatiracagim" i rutkay aziz tonlamasi ile soyleyeyim"...

21. yuzyil her alanda stresle dolu devamli devamli..

Güvercin


bu güvercinlerde tav oldugum bir nokta var.. birisi uçunca hepsi birlikte "sürü" mantigi ile uçuyorlar.. (aynı mantik koyunlarda da var ama hiç birisinin uçtuğunu görmedim şimdiye kadar)

efendim soyle ki bu guvercinlerin 1000 tanesinde anca bir tane beyin oldugu icin birisinin tehlikeyi sezmesi anindan diegerler o kucuk seylerini (bakin beyin bile diyemiorum ne kadar yazik) hic calistirma geregi duymadan "laaan bi bok var bunda bak bosu bosuna nie ucsun guuurrr bende uciim" der ve ucar...ayni sekilde bunlarin birisi bi yiyecek yerini kesfeder ve orda otlanmaya baslar dierleride 2 gun icinde mabet kurarlar oraya..mal hayvanlardir bu guvercinler..

Uhud Savaşı : yerinde durmayan okçuların hazin hikayesi

ikinci dünya savaşını anlattık, istiyorum ki biraz daha geriye gidelim.. direk uhud'a dayanalım. .din derslerinden asina oldugumuz bu savas nasil ceryan etmistir anlatayim..

uhud tepesinin eteginde muslumanlarin ordusu ile mekkeli putperestlerin ordusu kapismistir.. savasin arkaplaninda "bilader medineden gelmissiniz bizim putlari kirmissiniz ayip oluyor" diyen put perestlerin kirginligi vardir.. neyse anlasilmis uhud tepesinin eteginde savasa müsait bir ikindi vakti konuslanilmistir.. ortama onceden gelen müslüman ordusu (tekmili birden 700 ile 1000 kisi arasinda piyade 2 ile 4 arasinda suvariden olusur) okculari stratejik bir ortama yerlestirmistir..

bu uhud tepesi denen civar "L" seklinde bir tepedir.. müslüman ordusu L nin kisa tarafi arkalarinda kalacak sekilde dizilmis o l nin kisa tarafina da okculari koymustur.. hz muhammed (sav) bir sekilde "yahu bu kureysliler suvarileri ile arkamizdan dalmasinlar.." diyerek okculara "ne olursa olsun yerinizde kalin. sonrasinda ganimet adil bir sekilde dagitilacak ve hakkinizi alacaksiniz.. aman gozunuzu seveyim kipirdamayin" demistir..

kureys ordusu(3000 piyade 200 suvari) yarim bi saat sonra ortama gelmistir. oncesinde savas cikarmak icin kureys sancagini tutan arkadas "yok mu bana yan bakan" diye ortaya cikmis, hz ali de zulfikari ile ortaya cikmis ve dakka bir gol bir hesabindan sancakcinin canini o vakit almistir..

sonrasinda motivasyonu tam olan musluman ordusu savasi kazanmak adina cilginca savasmistir.. bu sirada cakallik yapan halid bin velid komutasinda suvari birligi bahsettigim "büyük harf l" nin uzun tarafindan dolanmis okcularin menziline girmistir.. bir ulak gonderip "geri cekilsinler" diyen halid bin velid gostermelik bir geri cekilme planlamis, boylelikle "asla yerinizden ayrilmayin" denilen okcularin gaflete düserek "aman ganimet gidiyor" ayagina yerlerinden ayrilmalarini saglamistir..

boyle olunca halid bin velid in suvarileri arkadan saldirmis, diger 3000 kisilik kureysliler de geri donerek musluman ordusunu sikistirmislardir..

bu sirada hz muhammed in kafasina gelen bir tas ile anli yarilmis ve disi kirilmistir.. bunu goren yaygaraci kureysliler "muhammed öldü, muhammed öldü" demislerdir.. hz hamza (ki antony quenn sayesinde kendisine sevgimiz sonsuzdur) "muhammed öldüyse ben ne yasayayim" diyerek berserk olmus dikkatsiz bir sekilde dovusmeye baslamis ve ne yazik ki sehit olmustur..

kureysliler bir sekilde muslumanlari yok edebilecekken tarihten silebilecekken, ebu sufyan "daga cikmayalim" emri vererek muslumanligin yok olmasini engellemistir.. muslumanlar bundan sonra yaralilari da alarak daga cikmaya baslamislardir.. kureyslilerin atlilari da daga cikamayinca savas bitmistir..

muslumanlar bu savasta yenilseler de, kureyslilerin resmen muslumanlari tarihten silme firsatlarini bertaraf etmislerdir.. hos mesela hz muhammed bu savasta yenilse idi, öldürülse idi, sehit olsa idi hz isa'nin kurdugundan daha büyük bir din kurabilirdi, egri oturup dogru konusmak gerekirse.. sonucta sehitlik kavrami bir din olusturmak isteniyorsa basta gelen bir kavram..

her neyse. bir trivia bilgisi olarak halid bin velid savastan bir kac ay sonra müslüman olacak, dosta güven düsmana korku salacaktir..

Perşembe, Şubat 12, 2009

Beyzbol


amerikan sporları içerisinde en iyisi ve kanaatimce sporlar içerisinde en iyi ikinci spor.. sporlar "en iyisi" diye siralanirsa nihayetinde futbol'u kimse geçemez zira.. beyzbol'un şu şekil bir güzelliği var ki hadisenin ne zaman olacagini ne zaman hareketlenecegini biliyorsunuz.. öyle amerikan futbolunda ya da futboldaki gibi bir "şimdi olacak, simdi oldu" deme durumu yok.. hatta amerikan futbolundaki "anam heyecan oluyor" dediginiz andan 2 saniye sonra heyecanin bitmesi gibi de bir hadise yok.. işte top atıcı topu atacak, topa vuran adam elindeki haydar ile topa vuracak, pat diye ses gelecek, top ileri gidecek, tutucu topu direk tutarsa, sopali cocuk oyundan ihrac edilecek, yok top saha disina atilirsa veyahut topu tutan denyo çıkıp, top yere düsmeden mudahale edemezse, sopali cocuk kosmaya baslayacak.. hikaye bu kadar basit.. alenen bir satranç oyunu.. kimin ne zaman şahı yiyeceği belli.. ama hikaye yenilecek şah'in kimin şah'ı olacağı..

"ulen adam topu atiyor, vurursa vuruyor karsisindaki vuramazsa da vuramiyor işte büyütmenin alemi ne" diyenler vardir muhtemelen. öyle degil işte.. beyzbol'un güzelligi olayin neredeyse tamamen aticida olmasi.. yani simdi ben cikarim o sahaya, haspel kader topa vururum, kollarim da kasli masli alirim topu atarim avuta.. hop kolbasti oynaya oynaya kosarim alirim sayimi.. gercekten yapabilirim bunu.. işte bunu yaptirmamak tamamen aticinin elinde..

öyle taktikler vardir ki "vursun ama dandik vursun" der mesela atici.. zira dandik vurdurmak da hikayedir.. ya vurdurmayacaksin, ya da dandik vuracaksin.. baktin karsinda atani vuran bir adam var, oyunun sonuna da gelmissin, attigin kolun bir şekilde "abi bu kadar benden" demiş hop o zaman diğer kolunla atabilirsin.. sergen misali bir solak olabilirsin, sagini hic kullanmiyor olabilirsin ama bu da bir taktik.. ama tabi iki noktaya dikkat etmek gerek.. birincisi aticinin vurma alani icindeki bolume topu atabilmek, ikincisi.... aslinda bir tane dikkat edilmesi gereken sey varmis.. işte o arkadaki hakemin gorevi tamamen bu.. aticinin vurabilecegi alani belirliyor.. bakiyor arkadan "vurabilirdin kocum vurmadin topa" diyor.. bilmem anlatabiliyor muyum.. aleni olarak bir ölçüt olmadigindan da en cok hakem munakasasinin yasandigi sporlardan birisi bu.. futbolla eş koşarsak kalenin direkleri olmamasi gibi bir durum.. direkler olmasaydi "adamin gol dedi" den öteye ilerleyemezdik sanirim.

bize garip gelen diğer bir durum da şu: bu takimlar birbirleri ile senede 14-16 kere karşılaşıyorlar.. ve bu karşılaşmalar turneler şeklinde oluyor.. bu şu demek, mesela galatasaray giants takimi sivas redsox ile maç yapmak için sivas a gidiyor.. ve 1 şubat 9 şubat arasinda ardarda 8 gün 8 kere karşılaşıyorlar.. zurnanin zirt dedigi yer de burasi.. bu karsilasmalardaki yorgunlugu kaldirabilmek icin takimlar klupte en az 6 tane iyi atıcı tutuyorlar.. zira beyzbol oyununda en cok yorulan insanlar topu atan insanlar "al bu da gotune girsin" seklinde topu atarken kollari cikiyor.. felaket acilar icerisinde kaliyorlar.. bir aticinin bir maci cikartip, bir sonraki maca hazirlanmasi icin en azindan 3 gün dinlenmesi gerekiyor. ve tabi bu yorgunluk artarak giden bir yorgunluk.. sezon basinda 3 gün dinlenirsin sonrasinda oyuna donersin ama sezon sonunda 6 gün dinlenirsin yine kumandaya uzanamazsin, o şekil..





işte durum böyleyken bu aticilar bazen ahlak disi yontemlere sirf takimlarini sevdiklerinden, sirf oyunu sevdiklerinden bas vurabiliyorlar.. sanırım sporlar arasinda en çok efsanesi ahlaksiz işlere bulaşmış oyun beyzboldur. zira başka çareleri yok. en son olarak new york yankees'in efsanevi atıcısı alex rodriguez nami diger a rod (12 kere all star, 3 kere sezonun en degerli oyuncusu, 2 kere altin eldiven (futboldaki altin ayakkabi gibi bir sey)) 2001 ile 2003 arasinda steroid yani doping kullandıgını aciklamis.. böyle bir efsanenin bu şekil bir aciklama yapmasi sanirim bizim için şuna karşılık geliyor "metin oktay aslinda fenerbahceliydi, ve her sezon başı fenerbahceye gider "beni alin" derdi" alenen bir felaket.. "üzerimde çok baski vardi ve takimimin bana ihtiyaci vardi. yaptim yani bunu şimdi itiraf ediyorum.. yaptim".. sanırım amerikan beyzbol filmlerinde, field of dreams gibi filmlerde esas hikayenin "pişmanlik temasi" üzerine kurulmasının nedeni de bu. dedigim gibi beyzbolda hile hurda bireysel kazanim, hirs için yapilmiyor.. takim kazansin, taraftarlar sevinsin diye yapiliyor. ve aslinda o adam performansini arttirmak istemiyor, o adam acisini dindirmek, oyununu oynamak istiyor.. ama işte nihayetinde yuz kızartici bir durum.. tüm sayginligini yitirdin a rod şimdi.. nolcak? hall of fame'den bile çıkarmışlar adami.. yolda gören suratina tükürüyormuş.. evine işemişler geçen gün. o derece..

ae fond kiss : ken loach'in bir denyoyu anlattığı filmi


woody allen bir ken loach iki benim için.. bu filmde kendisinin haliyle.. yoksa niye ken loach'dan bahsedeyim değil mi. filmin mevzusunu kisaca anlatmam gerekirse, iskocyada yasayan pakistanli bir gencin, degerlerine bagli ailesini siklemeyerek, sarisin katolik bir kiza yazması, akabinde iş ciddiye binince binbir mezalimin yasanmasini konu eden film.. işte orasi istemiyor, burasi sey ediyor falan.. iki tarafta birbirinden dertli..

hadiseye benim gozumde, pakistanli kasim'in bok yemesinden öte bir hadise degildir.. zira filmde oynayan pakistanli kasim degil de, türk uur olaydi filmin basinda soyle bi dialog gecerdi..

"ben (kiz kardesine) : oha ogretmenin taşmis.. katolik mi?
kiz kardes : tabii ki abicim
ben: tüh ya"

bitti.. kisa film tadinda olurdu benim filmim.. zira arkadas 20 kusur sene birlikte yasadigin bir aile'nin begenilerini, rahatsizliklarini bilirsin. ona gore davranir, hadise boka sarmadan uzaklasirsin.. birazcik zekiysen, ve aileni "kasim" bey kadar seviyorsan bu haltlarin yasanmasina izin vermessin. misal benim ailem de gayet tutucu bu konuda.. hic bir eski sovyet sosyalist cumhuriyeti vatandaslarindan birisiyle olmami istemiyor.. o zaman ben bakmam estonyali kiza arkadas "vaaay iyiymis" derim uzaklasir giderim.. litvanyaliya selam vermem, gürcüden uzak dururum ancak eurovision da bakarim..

ama kasim beyimiz napiyor, kizin pesinden kosuyor.. göt herif.. hem kizin hayatini, hem kendini hayatini, hem ailesinin hayatini zehrediyor.. ayip.. alenen ayip..

özetle olmamis ken loach.. kasimin gerzekligini yeterince verememissin.. romantik serseri gibi durmus kasim.. aski ugruna deliren adam, her seye gogus geren mükemmel bir romeo olmus.. oyle degil oysa.. gerzegin surekasi.. sonradan kanlı olduklarini ogrendigi bir romeo degil işte..

Çarşamba, Şubat 11, 2009

Masal


"Dünyadaki en gerçek acıları çocuklar yaşar" demiş adorno. belki de o yüzden dünyanın en acıklı kitaplaro çocuklar için yazılmış olanlari. Kemalettin Tuğcu'nun, Müzeffer İzgü'nün, Andersen'in dehşetli dramatik masalları ile büyüyen bir insanlığız biz.. (daha önce vermiştim ayari andersene ) sanırım birazdan dinleyeceğiniz şarkı da o acıyı, o gerzek dramı en şahane anlatan şarkılardan birisi.. küçükken dayak yedikten sonra dayak atandan intikam alacağını, elbet onu da ağlatacağını kendine tembihleyen salak çocuklar için gelsin.. nil karaibrahimgil - masal





Mahalle Abisi


Mahalle abileri mahalle baskisi'nin bizzat uygulayicilaridirlar.. fotografa nejat işleri koydum.. zira bu mahalle abileri nejat işler'e yakın karizmalara sahiptiler.. her zaman da öyle oldular bizim için.

mahalle abileri genelde mahalle maclarinda da kaptan olarak sahaya cikip kale top secimi yaparlar.. ayrica genc yeteneklerin kacan toplarina veya ellerinde topla gecen genc yeteneklere "at bakalim abine" deme sureti ile ronaldinho vari tripler atarlar.. gormeniz gerekir o bicim..

mahalle bakkalinin onunde gece gec vakite kadar bira ve cigdem yiyerek yasayan bu abiler ayni zamanda mahallenin kizlarinin da namus bekciligini yaparlar.. donemsel olarak can sıkan pozisyonlara girseler de genelde mahalle abileri iyidirler.

yine de bir statu semboludur mahalle abisi olmak. gencler mahalle abisinin izledikleri maclarda daha dikkatli oynar, kizlar daha usturuplu gecerler mahalle bakkalinin önünden. sahsen benim mahallemdeki abiler su sirayla oldu (hatirladiklarim tabi)

tufan abi (85-90): tufan abi askerligini licede komando olarak yapti. vurulmus orada. ama kalkti geldi vuruldugu kursunu gosterdi. ben hayatimda boyle bir über kisilik gormedim. simdi egzozcusu var. hala arabayi kendisine goturuyoruz. tufan abi bir gün basbakan olsam bile bm sekreteri olsam bile hayran olacagim bir tip olacak

salih abi (92-97): tufan abi kendisinin yerine baska birini yetistirmedigi icin mahalle abiligi 2 sene bos kalmisti. mahallemizin bu fetret doneminde cok dayak yedik. mahalle maclarinda deplasmana gidip dayak yiorduk hatta. zor donemlerdi. neyse ki salih abi yetisti. "noluo lan burada" bagirisi ile tufan abinin tatli sert abiligine karsi otoriter bir abilikle geldi. cok sevmezdik ama saygi duyardik.

kamil (98-2003): kamilin abilige getirilisi salih abinin genc yasta evlenmesi ile oldu. kamil benden 2 yas büyük oldugu icin abi demedigimi farketmissiniz. süpper bir insandir fakat. onun doneminde mahalleye yeni binalar yapildi ve genc nufus mahalleye tasindi. o yüzdendir ki abiligi uzun süredir yapmakta. bana mahalle abisi ile kanka olma hissini tattirdigi icin minnettarim kendisine.. ayrica cok sevdigimiz bir arkadasin babasinin vefatindan sonra mahallede yüksek sesle konusanlara bicakla saldirmasi ve kendisini tutmaya calisirken bicakla kolumu cizmesi, akabinde bana corap ve fanta almasi ise ekstradan puanlari..

2003'ten sonrasina vakif değilim.. haliyle mahalleye sadece uyumak için uğrar olduk. kaçtı tüm büyüsü.. yeni binalar yapildi, hastane dikildi mahallenin eski çocuklari evlendiler gittiler.. mahallede hala piçler var ama onlarin ortamlari bambaşka..

Müzik Arası : Beirut - La Lorona

Salı, Şubat 10, 2009

The Girl Is Mine



dünya pop tarihinin en enteresan ve bilakis en sikko muhabbeti bu sarkidadir arkadaslar.. paul mccartney gibi bir sir, micheal gibi kestane rengi bir arkadas ile birlikte atesbocekleri performansi sergilemektedir ki gozlerim yasarir benim

paul: maykil bu konu hakkinda kavga etmeyecegiz tamam mi?
maykil: paul korkarim ki sana soyledim ben kavgaci degil asikim
paul: bu laflari cok duyduk maykil.. koyayim da kaykil hahah. bana beni sonsuza kadar sevecegini soyledi arslanim.. naber? hatirlamion mu lan keraneci?
maykil: öncelikle o laflar boyboy seni siken maykil kovboy... beni sevdikten sonra baskasini sevemeyecegini soyledi
paul: aynen bunu mu soyledi... orrospuuuaa
maykil: ne sandin kanka? hayallerde yasa sen ibineee...
paul: at yalani sikeyim inanani
hep beraber: o kiz benim

tabi orcinali boyle degil.. ama boyle olsa daha samimi olurdu sanirim.. yani boyle dandik, boyle itici bir ask sarkisi olmaz abi.. yani ne bu ortada bi kiz var, orospu, bu maykil ile paul kiz icin kapisiyorlar. kiz benim falan diyorlar ama hadise cok seviyeli.. sir ya paul, york dükü gibi konusuyor.. hani illa küfür falan edilcekse "salak" falan diyebilecekmis gibi en fazla.. bilader.. bana gel bana soyle sarkiyi.. paul mus, beatles üyesiymis demem, ha keza maykilmis, dünya stariymis demem sokarim tornavidayi..

neyse sinir oluorum bu sarkiya. bunu da belirteyim..

youtube gömüsünü izleyemeyenler icin ktunnel'e yazacaklari zamazingo şudur: http://www.youtube.com/watch?v=toRpOBTcyE0

Çekiç Savaşı


"İkinci dünya savaşını öğreniyorum" serimizde ikinci yazımız "battle of bulge" yani "çekiç başlı savaş" 1944 in 16 aralık sabahi 106 piyade tugayi için yaşanmış ve yaşanabilecek günlerin en anlatilamayani olmasini saglayan bir mucadeledir bu savaş.1945 kışı, zaten o sene fransada ayvaların bollugundan belli,yaslilarin dahi gordukleri en zorlu kış olmuştu.bu şartlar altinda almanlar yavas yavas berline çekilirken 106. piyade tugayi hemen arkalarindan bir mizrak ucu gibi geliyordu.5 aralık gecesi ardennes ormaninda duraklayan tugay,2 gün sonra ortalama 22 yaşında olan daha kendi parasini kazandigi parayi yiyememis,daha kimseyi sevmemis 564 kişinin öldüğü,1264 kişinin yaralandığı ve mevcut 3 bölükten 2 sinin teslim olmak zorunda kalmasindan dolayi tam tamina 7001 kişinin kayboldugu ve hala kayip oldugu bir tugaya dönmüştü..

almanlarin son direnişi olarak görülse de bu hiç de öyle değildir.eğer bir boksorun son direnişi rakibini nakavt edebilecek güçteyse ben buna son direniş diyemem..ama eğer bu yumruk iskalandiğında adami yere serecek kadar güçlüyse ben buna direnişten çok kamikaze akini diyebilirim..

almanlarin kamikaze savaşı şu anda 20-16 yaş arası strateji oyunu sevenlerin bile haritaya baktıklarında çizebilecekleri kadar basitti.düşmanın zayif noktasindan içlerine doğru ilerle sonra bir çember oluşturarak kalan orduyu yok et.. lakin almanların bu hizli ataklari hiç de daha öneceden fransada karşılaştıklari bir etkiye neden olmadi.tamam belki muttefik sath lari pare pare ediliyordu ama tek bir karşı toprak bile kurşun atmadan alınamiyordu. almanlar general kış in da genelde almanlardan nefret etmesi ile de yavasladilar..yildirim savasinin en buyuk kozunu,hizi kaybetmislerdi.106 piyade tugayi "cesedimizi çignemeden geçemezsiniz" diyerek almanlarin yenilgisini hazirladilar.muttefikler takviyelerle geliyorlardi.gene de almanlarin tek şansi cembere aldıklari orduyu yok etmek ve sonradan savası cepheye yayip oyunu sogutmak olabilirdi.

fakat burda delilerin en delisi fuhrer adolf hadiseye girdi ve "ordular ilk şeyiniz paristir" emrini verdi..o zamanlar almanlar verilen emirleri sorgulamadiklari,sorguladiktan sonra öldükleri için parise yürümeye basladilar..sonrasi malum,ikmal yollarini kesen amerikalilar keklik avlar gibi almanlari kah tuzakla,kah sılahla avladilar..
almanlar bu savasta 100 bin vatan evladini kaybettiler..800 tanklarini 1000 tane uçak savarlarini..dediğim gibi bu almanlarin son direnişinden öte bir kamikaze hamlesiydi.başarılı olunsa bile çok kayip verilecek ama muttefikleri geri gondericek belkide şimdi "normandiya sahilinden baktim binlerce amerikan gemisi,"geldikleri gibi giderler" dedim" şeklinde anı kitaplari okumamiza neden olacaktik..

ikinci dünya savaşı yazıları #1

Operation Market Garden


İkinci dünya savaşı ile ilgili bir oyun oynuyorum.. tabi her zaman olduğu gibi bana verilen bilgilerle yetinmedim gittim kendim araştırdım bi de..sizinle de paylaşmak istedim öğrendiklerimi.. iki yazı yazacağım iki farklı ikinci dünya savaşı operasyon hakkında.. bunlardan ilki operation market garden. yani "pazar yerinde dolaşır gibi berlin'e giriceğiz" türkçesi bu..

lisede tarih derslerini dinleyenlerin daha iyi anlayabilmesi için "yildirim beyazit in istanbul kusatmasi" benzeri bir operasyon oldugunu soyleyebilirim bunun.nasil ki yildirim istanbulu alsaydi amaçlarina daha kolay ulaşacakti,lakin almadiginda da biraz geç olsa da istanbul alindi..ayni hesap.

1944 ün eylül ayinda general ayzonhavır masaya oturup "lan bunlar güçsüzler kuzeyden dalsak da fransadan ugrasmasak hem butun askerleri fransada..allaaah yedim lan..hollanda üstünden ver elini berlin" diye dusunup fransadaki ilerleyisi durdurup bu operasyona gonul vermistir.
evet almanlar güçsüzdür hatta şöyle söylemem gerekirse hareketta kullanilan 3 bin kadar hava indirme eri atlama sirasinda sadece 50 kusur kayip vermistir..bu kayiplarinda tek nedeni atlayis sirasinda önden atlayan askerlerin kafalarina arkadan atlayanlarin esyalarinin kopup da duşmeleridir..

neyse efendim sorun şudur ki almanlar o kadar da güçsüz değillerdir..walther model belki cepheye daha yeni gecmis bir generaldir,ama hitler tarafindan delicesine sevilen bir insandir ve askeri de onu oyle bir sever ki..general erle er,erbasla erbas,işini bilen çavuşla çavus olabilen biridir.tanklarini ve askerlerini fransadaki muhtelif duraksamadan dolayi killanarak guzel saklamis ve ucaklar tarafindan gorulmemelerini saglamistir.ayrica muttefiklerin hava indirme yapabilecegi arazinin de hedefe uzaklığı ,ki hedef ayndovın dir, bir başka sakıncalı durumdur.ama aynzenhavır dert etmez nedir "piyade yürür" zaten alman direnişi de beklenmemektedir.

piyade haggaden de yürür ayndovin a kadar.halk cilgina donmustur 5 yillik esaretin ardindan amerikan askerlerini öperler koklarlar..lakin almanlarin sagda solda cilgin keskin nisancilari vardir ve o gun bu manyak keskin nisancilar yuzunden yuzlerce sivil ve onlarca asker ölür..

almanlar gök yüzünden inen mantarlari gormusler stratejik köprülere amerikan askerleri yürüyene kadar bombalari koymuşlardir.çakal almanlar köprüleri üstlerinde manga manga amerikan askeri var iken havaya ucururlar..

sonrasi biraz kanli oldugu için gözlerimi kapatip anlatacagim..almanlar köprüleri ucurup karsi tarafa toplar dizip muttfeiklere 3-5 kayip verdirirken hem muttefikleri oyalamis hem de şu an içinde bulundugum odadan geniş tanklarinin bulundugu ss panzer corps u bölgeye sevk etmistir..ayzenhavır bakar ki kayiplar çok resmen bir canakkale defansi kurulmus vazgecer plandan..

gene de almanlar 13bin muttefikler 18bin kişi şehit vermişlerdir.aynzenhavır ölümüne kadar bu öperasyona inanmis öperasyonun hakkında "nerede hata yaptigimizi anlamadim..sanirim ingilizler asla ama asla amerikan yönetim şeklini benimseyemediler.bu yaşıma geldim montogomery dahil kimseden bir "allah razi olsun" lafi duymadim..bir "vay be sahanesiniz" hadisesi duymadim..hep ben buyuyum hep ben buyuğüm"

neyse efendim sonucta berline girilmese bile savas kazanilmiştir..olan keskin nisancilarla ölen masum hollandali ve iki taraftan da gencecik ölen er ve erbaslara olmustur..

Pazartesi, Şubat 09, 2009

küçük hasta kıvırcık




bilmeyenler için söyleyeyim, hemofili hastasıyım ben. ve hayatım boyunca da bu hastalığın ne olduğunun anlaşılması için çalışacagim.. bir hastaliktan öte bir yasayis tarzidir hemofili.. zira diger hastaliklarin tersine kendiliginden sorun yaratmaz. eger kurallarina uyarsaniz, hayati düzgün oynarsaniz size kendisini hissettirmeyecektir.. ama bu yürek.. cocuk yüregi.. o laftan anlamaz pek..

4 yasindasinizdir. sokakta anlamsizca birbirine carpip dusme oyunu oynamaktasinizdir.. bu oyunu bulan ikiz kardesler hayati ve muzafferin sonradan lisede bir ögretmenlerini double dragon misali dovmekten okuldan atildiklarini belirtmeliyim. ilk orada hissedersiniz farkli oldugunuzu. zira diger cocuklarin anneleri gelip onlari "sen kendini sakatlayabilirsin böyle seyler yaparak aptal" diyerek dovmuyordur.

duse kalka 7 yasina kadar gelirsiniz. sapik gibi eglenmissinizdir cocuklugunuzda ayaga süt sisesi düsürdükten sonra kanin durmamasi, salincaklara daha yakindan bakayim derken kafaya ayak yedikten sonra burun kanamasinin durmamasi gibi dis kanamalar gecirmissinizdir ama bunlar önemli degildir.

yavas yavas disleriniz sallanmaya basladiginda (su sizli bizli uslup rahatsiz etti su an beni ama sahane bir edebi hava katiyor devam ediciim) sokakta deliler gibi top oynuorsunuzdur. deneme yanilma sisteminin verdigi bulusla kaleci olmanin babaya yakanildiginda "kaledeydim kosmuyordum" bahanesi ile daha az dayaga neden oldugunu kesfetmissinizdir. aykuttu sanirim. picin teki bilerek dizinize gecirir kosele ayakkabasini bir ocak gününde. o gunden sonra o diziniz hedef eklem olacak ve hayatiniz boyunca size dert olacaktir.



dislerin cikmasi tam bir kaostur. sabahlari uyandiginizda kambocyada uyanmis hissine veya "geceleyin sahane bir yemek yiyen fakat hijyene önem vermeden agzi kan icinde uyuyan vampir" hissine kapilabilirsiniz. ama yine de eglencelidir. kolanin asitinin yaralari dagladigini farkedersiniz. o ayakla hayatinizda icmediiniz kadar kola icersiniz. naim suleyman oglu barcelonada altin madalya kazanirken babaniz sevincten bagirinca korkarak disinizi yutarsiniz.

diz eklemi top oynamasini engellemistir. 7 yasinda bir cocuk calisan anne babasini aglayarak hastane camlarinda beklemektedir artik. icine bocek girmesin dige agzini bagladigi beyaz laylon torbasi elinde (ki sonradan sari kivircik saclarina bocek girebilir die o torbayi kafasina gecirip kasiklari donunun icine sokmustur) tek cocuk olsada tek cocuk kadar simarmamayi ogrenir. sonraki yillarda kizlara "tek cocugum ama simarik sayilmam" cakasini satacaktir.



balkondan top sahasina bakmaktadir. bazen top oynayan bariş' onur'a bakmaktadir aglamaktadir bazen de ama kimseye belli etmez. legolari vardir onun. legolarla sahane seyler yapabilir. hatta bir keresinde güner ümit yapmistir legodan. beni dahil. evde oturmaktadir ve bazen legolar onu kesmemektedir. isikliktan asagiya inmek ister asagida neler olup bittigini gormek icin. once aydinlatma gereklidir ama. bir pamugu yakarak asagiya atar. evi yakmasi aksama oynanacak galatasaray- manchester united macini kacirmasina neden olacaktir.. anneme sesleneyim buradan bi gun okur belki "dovsen iyiydi be anne"

bisiklet binmek ister dizi siser. top oynamak ister dizi siser. sonra bir ara sünnet olmasi gerektigi aklina gelir ailesinin. sünnet olur korkular icinde.. hic de kanamaz.. ar edepten olur ama. kaniyor mu acaba diye 1500 kisiye gosterir pipisini.. pipisi disarda gezerken takilip duser. pipisi kanar.

ilkokul bitmistir. dogru duzgun okula gitmeden anadolu lisesini kazanir. madem ki okula gitmeden, dersaneye, özel derse gitmeden izmirin en iyi 3. lisesini kazaniyorum o zaman cok zekiyim der lisede tokatlarlar. haspel kader siniflari gecer. ders calisma düstürünü oturtamamistir. akli fikri inlikte cinliktedir. ailesi gormeden top oynar. bu kez dirsegini vurur kale diregine.. dirsegi siser.. ("biz" diye anlatmaya baslamistim hangi arada "o" oldu farketmedim) bu yüzden öss yi ilk sene kazanamaz.. cünkü sinavda dirsegi sismistir. tek soru bile cozemeden cikar. genctir. delikanlidir. delidir. bileklerini keser. eger istemedigim halde istemedigim sekilde gidecekse hayat, eger ben calissam da hep bir sekilde benim disimda engelleneceksem diye.. cünkü bateri calmak istemistir kolu sismistir, basket oynamak istemistir dizi dirsegi ikisi birlikte sismistir. spor, hobi olarak santranc oynamaktan baska caresi yoktur. santranc oynayacagim bu hayatin ben taa mina koyiim die intaara meyleder iste kisaca.

derin kesememistir..

sonra üniversite yillari gelir. eglencelidir nispeten. sinavlara calisamassa rapor almasi cok kolaydir mesela. derslere gidemediinden dersleri anlayamaz ve sinif tekrari yapar ama. sonra da sinavlardan once ve sinavlar zamaninda gecirdigi hastaliklar onu ders calismaktan ali koyar, en azindan psikolojik olarak. pek basarili degilir anlayacaginiz üzere hemofili ogrencisi örgün egitimde. erkin korayin cocugu olup evde egitimini almak ister.

velhasil kelam sahsim adina zorluklarini ceksem de güzel bir seydir hemofili olmak. "ben özelim" demenin keyfine varirsiniz.. askere gitmezsiniz, özürlü karti alip izmirde otobuslere bedava binersiniz, tiyatroya operaya bedava gidersiniz. özürlüyüm demeye utansanizda basta özürlüsünüzdür aslinda. ama hayatin tadini fiziksel olarak almaya calistiginiz anlarda..

özellikle ilerleyen yaslarinda hastaneler feci eglenceli olabiliyor. düsünün siz 7 yasindan beri bu hadise ile mesgulsunuz intern doktor gelip sizi muhayene etmek istiyor
intern:evet hadisemiz nedr

azuth: ayagimiz sisti de (bu bir ekoldur. hastaneye düstügünüzde sevimli olmak isterseniz biz demelisiniz.. anneler cocuklari icin yaparlar bunu sik sik) hemofili var benim ondan oldu. eger halledebilirseniz kilomla hesap ettim ben günde 2x1000 ünite factor sekiz alirsam 2 gün icinde yüzde 20 lik bir faktor oranina cikacagim ve kanamam duracak.

intern:durun bakalim durun. kirik olmadigi ne malum..

yahu dallama diyecegim cok izninizle.. olm dallama sen maksimum 8 sene almissin tip egitimi. bunun sadece 4-6 gününde hemofili ile istirak etmissin ben ise 20 küsür yil boyunca her gün bu hadise ile hasir nesirim.. ne demek kirilma

azuth: tabi yani olabilir.. kirilma diye düsündüm ben de. basta ama elimle yokladigimda kirilma olmadigini farkettim. hem gece uyudugumda kirilmamisti. sabah uyandigimda boyle oldugum dusunuldugunde.

intern: alkol sigara kullaniyor musunuz.

azuth: evet de alakasi nedir?

intern: standart muayene bu. heyet raporunuz hasta receteniz var mi.

azuth: tabii ki hepsi özel buyrun.

intern: simdi bunu uzmana kaseletmeniz........
bu genel bir uslup sanirim. oraya gelen herkes yol yontem bilmedigi icin direk salak yerine konuluyorsun. o kurallari koyanlar kadar iyi bilirken kurallari özellikle.

azuth: aa tesekkür ederim yardimlarinizdan ötürü. ittirirebilir misiniz sandalyeyi biraz ilk hareket zor oluor da..

hastaneler boyle eglenceli yerlerdir. ama mesela oldu da zamaninda gidemediniz hastanede yatmanizi gerektirecek kadar cok ciddi bir durum var ya da, sonuc olarak yattiniz

yandaki teyze: gecmis olsun sizin neydi

azuth: valla teyze benim kanim pihtilasmiyor ondan oluyor butun bunlar

yandaki teyze: vah vah cok da gencmis.. yazik yazik.. allah iste iyileri genc yasta aliyor aramizdan..

birebir yasanmis bir diyalogtur bu ikisi de.. ikincisindeki teyzenin sanirsam ki misyonu oydu. gezip dolasamadiim icin takip edemedim ama oda oda gezip muhtemelen "hepiniz ö-le-cek-si-niz" tadinda geziyordu.



ha bu arada esi,dostu,cocugu,kendisi bu hadiseden muzdarip olanlar varsa benim zamaninda karsilastigim sorunlari, kafamda olusturdugum sorulari paylasabilirim. ha mesela "etek trasinda kendinizi keserseniz penisiniz ömrünüz boyunca sertlesmez" hadisesi hurafedir.. bu hurafe ile beni yillarca kandıran osman a selam ederim burdan.. göt oglani..

hemofili cocuklar büyüyünce cok gerzek işlere adim atabiliyorlar.. ben bugun bunu ogrendim arkadas.. "kanamam" diye bir rock band kurup,üzerinde "if bleeding is cool consider us miles davis" yazan örgütsel dökümanlari var..

üstüne üstlük leonard cohen'in afilli fotosunu falan cekip "hemofili, tüm cool cocuklar sahiptir" gibi bişiler yazmislar ki, malboro man, gencler üzerinde nasil bir özendirici etkiye sahipse, bu foto da ayni özendirici etkiye sahip olmus.. alkislarla karsiladim..

james dean gibi insanlariz biz, öyle ezik durdugumuza bakmayin.. beni sinir eden adamin üzerine kan işedigimi bilirim.. normal işesen dayak yersin, ama kan işediginde korkuyorlar.. elimi belime atip sonra da "işte bu bi hemofilili ile ugrastiginda eline gececek olan gerzek!" dedim... hell yeah.. dude, u dont wanna fuck with us.. totally..

mesela madem kralice geliyor ülkemize, kendisiyle uzak akraba oldugumu, bir bakima halam oldugunu belirtmeliyim.. hesapladim, kraliçe viktorya'nin hemofili tasiyicisi olmasindan yola cikarak, 192. siradan ingiltere tahtinin veliahti oldugumu buldum arkadas.. yani bir felaket aninda kralliktan 191 kişi hakkin rahmetine kavuşursa, bugun bir kralla konuşmuş, kralin yazilarini okumuş olursunuz..

hemofili olanlarin aile gecmislerini sürmeleri bu kadar kolay işte.. genetik bir hastalik zira.. "aaa kralice hemofili tasiyicisi, demek ki ben prensim" demek cok kolay.. hoş bende daa cok rus kani oldugunu dusunuyorum, ama yine de 192. siradan veliaht olmak neşe verici..

diger bir deyişle taşaklarim hindistan cevizi büyüklügünde.. (yani karizmatiklik anlaminda.. mesela al pacinonunki daha büyük gibi düsünün)

oysa ki bütün bunlar hic sikinde degildir beklenmedik bi anevrizmanin.. mesela prens olabilirsiniz ama alakaniz yokken petscan neye denir onu ogrenebilirsiniz.. belki doktorlar sizden daha fazla sey bilmezler hastaliginiz hakkinda ama delicesine sizinle beraber ogrenebilir ve ogretebilirler.. laf buraya gelmisken, hayatimi bir kaz kere borclu oldugum kaan kavaklı e de selam cakasim var.. eger kendinizi tüm olumsuzluklara ragmen egitebilmisseniz, hemofili komunitesi icinde yannizsiniz demektir. zira cogu insan normal insan gibi yasamanin zorluklarina katlanmaktan kacinir.. birakir okulu, salak seyler yaparlar.. işte o zaman hastaneye yattiginiz zaman doktorlarla iyi gecinmeniz gerekir.. zira iki laf yapabileceginiz, odasinda sıkılmadan maç izleyebileceginiz bi onlar vardir.