Perşembe, Aralık 25, 2014

Grace Kelly Üzerine: Daha güzeli geldi mi ki?


(o yeşil gözlere leylam, hayran olmayayım mı?)



Fotoğrafın icadından evvelki kadınları ancak resimlerinden o da "leonardocum o senin güzel bakan gözlerin" ayarında bildiğimizden, öncesindeki kadınları bilmiyorum ama, fotoğrafın icadından sonra meydana gelen en güzel kadındır "Grace Kelly"..

1929'un yağmurlu bir 18 kasım gününde amerika'nın filedelfiya kentinde dünyaya geliyor. bu amerikalıların adeti olduğu üzere kendisinin "avrupa birliği" gibi bir aslı var. sanki ataları avrupa kupası yarı finalinde karşılaşmış gibi, anasının da babasının da geçmişinde hollandalı, alman, fransiz, italyan ebeveynler var.. avrupa birliğinin oluşumu tamamlandığında "grace kelly" gibi bir güzellik olacaksa, ben reyimi her türlü anayasaya veririm arkadaş..

her neyse.. kendisinden büyük 2 tane ablasının gölgesinde yetişiyor. çok zengin bir aile değil ama öyle fukara da değiller.. o yüzden grace kazandibi olarak kendisini sanata veriyor. hoş matematik notları iyi olsa koleje gidecekken, matematikten çok çakmayan bir sarışın olarak kendini new york güzel sanatlar fakültesinde buluveriyor. bir yandan okurken, bir yandan da dönemin "lost" gibi "csi" gibi "süperbaba" gibi dizilerinde figuranlık yaparken kendini önce kıytırık bir filmde, sonrasında ise "ava gardner" ve "clark gable"lı "magambo" adlı filmde buluveriyor..


http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/8/85/Mogambo2.jpg


henuz 24 yaşındaki grace, artık saçları ağarmış ve sean connery'nin bile sahip olduğu yaşlılık karizmasını sonuna kadar yaşayan clark gable'a aşık oluyor.. yannız clark tırt bir adam olduğundan, çekimler bitip afrikadan amerikaya döndüklerinde bunu şutluyor. o sırada arada bir kaç film daha çeken grace kelly'i "alfred hitchcock" keşfediyor.. "inanılmaz bir seksapalitesi vardı. masum, narin bir kız gibi görünüyor ama dudaklarından şehvet akıyordu" diyecekti yıllar sonra alfred onun için.. "dial m for murder","rear window" gibi hoş filmlerde oynuyor 1954 senesinde.. ama bu iki filmde salon hanfendisi karakterler canlandıran şık kızımız, aynı yıl "country girl" adında bir filmde hiç olmadığı köylü, saçını süpürge yapıp ailesine bakan bir kadını mükemmel canlandırınca henüz 25 yaşında oscarı evine götürüyor.. babası şaşırıyor tabi "ulen en son bu başarılı olur diyorduk, diğer kızlar evde kaldı bu oskar aldı" gibi garip demeçler veriyor dönemin tercüman gazetesine..


http://www.whitewallimages.com/images/large/grace_kelly_big.jpg

sonra bir hadise oluyor bu monacoya gidiyor.. vay orada monako prensini görmesin mi? yıldırım aşk hemen.. hop nikah düğün derken, tarihin ilk global ünlüsü oluveriyor. tüm gözler artık "prenses kelly"nin üzerinde oluyor. canlı tv yayınları, ilk paparazziler falan hep grace kelly yüzünden icat olurken, kadirşinas güzel kızımız saray hayatından sıkılıyor. zira sabık kocası film çekmesini istemiyor, evinin prensesi olmasını istiyor.. çektiği son film de "high society" olarak kalıyor.. prenses grace, sıkıldıkça çoçuk yapiyor. sırasıyla, caroline, albert ve stephanie doğuyor..

http://www.broadwaytovegas.com/princessgraceprincerainier.jpg

yıllar su gibi geçerken grace de alenen yarı zamanlı prenses ve aile kadını oluyor. güzelliğinden ve ihtişamından hiç bir şey kaybetmeden yaşlanıyor.. 1982 yılında lanetli bir eylül gününde, kızıyla birlikte giderlerken arabada felç geçiriyor, tabi araba felçten anlayan bir araba olmadığından yola devam etmek istiyor, o gazla uçurumdan aşağıya çakılıyor..

prenses oracıkta vefat ederken, hayırsız kızı (ki korumasına falan aşık olup ondan çocuk yapacaktır sonrasında) burnu kanamadan atlatıyor kazayı.


kocasi rainier ölene kadar evlenmiyor bir daha. kimle evlensin ki? dünyanın en güzel kadını 25 seneden fazla karınken, üstüne kimi alabilirsin ki?

hülasa bir grace kelly gelip geçiyor bu dünyadan, onun ölümünden sonra doğan çocukları bile büyüleyerek.. ama tabi sonuçta hayat dediğin şeyde herkes kendisine ait bir prenses buluyor, ve herkesin kendi prensesi, gecenin bir saatinde aklına gelen, konuşurken ellerini titreten kadın dünyasının en güzel kadını oluyor.. benim prensesim gibi..

Perşembe, Haziran 26, 2014

o güzel insanlar gittiler ve biz kaybettik

bir şeyin başlangıcını, her şeyin nasıl başladığını merak etme modasındayız ya şimdi, bir bir çıkıyor ya "the beginning'li" filmler kitaplar, her şeyin sarpa sardığı noktayı görmek ilgimizi çekiyor ya, yavuz turgul'un sineması da böyle bir şey benim için

onun filmlerindeki o güzel insanların, kendi değerlerine sımsıkı bağlı olup da, sırf bu bağlılığı yüzünden çağa ayak uyduramamış, zamanın gerisinde kalmış insanlar, o güzel insanların bizi nasıl bırakıp gittiklerini görüyoruz.. ne zaman kaybetmeye başladığımızı görüyoruz, o güzel insanların atlara binip gidişini görüyoruz..

başlarına gelen onlarca felakete rağmen bir kez bile nalet etmeyen, kendisine en büyük kötülüğü bile yapan insanları affeden, her türlü cefaya rağmen affetmeyi göze alan adamlar gidince, bugunki kin kaldı geriye, bugün ki mezalim kaldı geriye..

bir mühsin bey daha doğurmaz mı gayri bir ana? bir züğürt ağa daha çıkartmaz mı bu toprak? eşkiyalar indi mi aşağıya hep namert mi kaldı dağlarda? Satılmaz mı hiç bir değer üç kuruş dünyalık paraya?

şöyle yapmalı böyle yapmalı da denmez ki, beklenmez ki hiç? muhsin bey'in ali nazik'i affetmesi gibi affetmesi beklenir mi balyoz sanıklarının? Affedebilir miydim ben? züğürt ağa gibi parası gitse de kendi onurundan zırnık vermesi beklenir mi medya patronlarının? verilebilir mi? eşkiya gibi sever mi bir adam, sevmesi umulur mu?

size bir şey söyleyeyim mi? o güzel insanlar gittiler ve biz kaybettik..

Pazar, Mayıs 25, 2014

Vatanını sevenlerin yumruğu

Öyle çok da iyi bir film zevkim yoktur benim baktığında. Ertem Eğilmez'i film tarihinin en mükemmel yönetmeni olarak gören birisinin, Nuri Bilge Ceylan filmlerini sevmemesini anlayışla karşılarsınız. Hem sanat filmi olayı geriyor beni ölesiye. Oradaki göndermeler, sembolizm, öykü yerine resim gösterimi beni hiç etkilemiyor. Daha önce de yazdığım gibi, ben sanat filmlerini anlamama kaygısı taşıyan ve bunun paranoyasını yaşayan bi herifim.. (bkz: sanat filmlerini anlamama kaygısı)

Büyük bir ödül sonrasında "ben zaten çok severim onu" diyen sefillerden olma niyetim yok burada, Nuri Bilge'yi de övmeyeceğim size.. Dedim ya sevmiyorum kendisini ve sevmediğim adamı pek takip etmiyorum ama, ben hiç Nuri Bilge'nin siyasi bir duruşu olduğunu da görmedim açıkcası. O yüzden çıkıp da "son bir senede kaybettiğimiz tüm gençler adına bu ödülü alıyorum" demesi de çok etkilemiyor beni. Sanatçı, kazandığı ödülleri hediye etmeye değil, o ölümler olmasın diye çalışmalı benim fikrimce.

Ama ve lakin, bu ödül o kadar mutlandırdı, o kadar sevinç doldum ki ben. Ne kadar ihtiyacımız olduğunu farkettim kazanmaya. Ne kadar eksik kaldığımızı farkettim takdir edilmekte. 1 senedir hayatımızı, kariyerimizi riske atıp ülkemiz için bir şeyler yapmaya çalışırken, oradan sesi soluğu çıkmayan, hiç bir şey söylemeyip, bize karışmayıp işine bakan adam bize vatanseverliği, memlekete hizmet etmeyi bangır bangır gösterdi işte.


Ve lütfen siz, çocuklarınıza eğer memleket sevgisini anlatacaksanız, siz sevdiklerinize, eşinize dostunuza vatana hizmet etmeyi anlatacaksanız, lütfen bunu şu adamları göstererek yapın.. 32 yılda bir sıkılmasın o yumruk oralarda.. O yumruk, bu ülkeyi sevenlerin, bu ülkeyle gurur duymamızı sağlayanların yumruğu bir daha sıkılmak için 32 sene beklemesin.

Ve biz de yurt dışına çıktığımızda gururla diyebilelim "Evet, o filmin yönetmeninin ülkesindenim.. Ha kendisini pek sevmiyorum ama çok güzel işler yapıyor, takdir etmemek aptallık olur"

Perşembe, Şubat 13, 2014

Padişah anası: Tir-i Mujgan Valide Hazretleri

hepimizin olduğu gibi, zamanının padişahı 2. abdulhamit'in de bir annesi varmış arkadaşlar. 10 yaşındayken vefat etse de bu hanım namı yürümüş abdulhamit sayesinde. oradan buradan okuyoruz, belgeseli çekiliyor izliyoruz biz..

lakin şöyle bir şey var; kendisi hakkinda "inanilmaz güzeldi, öyle cerkezdi, boyle nefes kesiciydi, teni seffafdi, gozleri kirpikti" denen sultan.. şimdi yukarda allah var yahu, abdulhamit'in validesi bu, bey babasi kim abdulhamit'in? abdulmecit efendi.. bakiyoruz abdulmecit'e:

http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/b/b8/Sultan_Abdulmecid_Pera_Museum_3_b.jpg/150px-Sultan_Abdulmecid_Pera_Museum_3_b.jpg

gayet eli yüzü düzgün bir hünkarimiz, o zaman ulen, bu "ali eren beserler" misali erkek güzeli padisahimiz nereden cikti? yapmayin allaskina.. tamam cerkez dedigin kiz güzel olur ama ortada bir abdulhamit gercegi var yahu.. en deli sehzade zamanlarinda ilyas salman'a "hos cocuk, en azindan abdulhamitten hoş" dedirtebilecek bir şekli var hunkarimizin:



o yüzden yapmayin allaskina, tirimujgan hanimefendimiz, makyajla acaip güzel bir kadinmiş, bunu kabul edelim. sabahlari büyük ihtimal tugba özay..

zaten kendisinin ismindeki "kadin efendi" ibaresinin de bu yüzden oldugunu dusunuyorum ben.. "kadin" yani amman hata yapmayalim, sekli pek benzemiyor olabilir "makyajsiz" ama kadin kendisi..

rahmetlinin üzerine çok gittigimin farkindayim ama, bu tiri mujgan'i da, kirpikleri ok manasinda degil "senden 3 tane mujgan olsa, anca bi kadin efendi ediyorsun" manasinda demiş olabilir abdulmecit.. bilemeyiz tabi, harem paparazziye kapali bir ortam.

her neyse.. sonucta triportor e isim veren kendisi degildir.. zira genç yaşında, beylerbeyi sarayında veremden ölmüştür.. o köşk de aleni olarak halk sagligina tehdit ihtiva eden bir köşk. bir kere yolum düştü de, yarim saatte rutubetten zaturre oluyordum. zamanında ugur dündar olsa, mühürlettirirdi o köşkü.. (bu arada ilk cümledeki espri acaip kötüydü farkindayim)