Pazartesi, Aralık 24, 2012

nesli tükenen canlılar


ben bu tantanaya, bunun için üzülme hadisesina katilamiyorum.. yani nesli tükeniyorsa tükeniyor. adam olsalardi da tükenmeselerdi.. zaten bir sekilde evrimhadisesine gonul veren insanlarin dert etmemesi gereken hadise olduğunu da düşünüyorum.. yani bana evrilirken insana evrilirken iyi bazi türler yokolurken kötü.. buna gülerler efendi.. buna harun yahya dahi güler.. akilli canlinin nesli tükenmez zaten, evrimlesir yavsaklasir kedi olur yine de neslinin devam ettirir.. dogal seleksiyon işte saskin pandalar giderken cakal kediler kaliyor.. iki kere iki dört..

aslinda demek istedigim sartlar degisiyorsa arkadasim evrim de mantikli bir zamazingoysa güclü olan hayatta kalir.. ne biliim panda misin mesela sen? daha kuvvetli besinler yiceksin.. günümüzün evreni boyle artik.. küresellesmeye, globalizme ve internete uyum saglamayan hayvanlarin yasamasi cok zor..

Cumartesi, Aralık 15, 2012

bize her sevdadan geriye kalan..

http://www.webaslan.com/img/5/2011/taraftar0.jpg
yine bir fener maçı öncesi.. yine gece yatmadan son düşünülen şey galatasaray ve uyanilinca ilk düşünülen şey o.. insanlar buna aşk diyor..gülüyorsunuz..

küçükken herkes kendini acaip zeki hisseder ya, 8 yaş gibi doktor olup kansere çare bulacağınızı düşünürsünüz, 11 yaş gibi zaman makinesini bulup bahislerden inanılmaz paralar kazanabileceğinizi, 15 yaş gibi girdiğiniz her işte müdür olacağınızı ve inanılmaz paralar kazanabileceğinizi düşünürsünüz.. ama en nihayetinde büyüdüğünüzde yapabildiğiniz tek şey aşık olmaktir.. ve onu da beceremezsiniz..

Cumartesi, Aralık 01, 2012

haftanın şarkısı: mina - il cigno dell'amore



nasıl olmuş bilmiyorum ama, 70lerin ortalarından başlayarak 80lerin sonlarına kadar aranjman furyası esmiş. inanılmaz işler çıkartılmış, melodilere harika sözler yazılmış, hatta kimi yerlerde melodiler bile daha süper hale getirilmiş.. bunu örneklerle çoğaltmak isterdim ama zamanım dar.

bu şarkı aslında ajda pekkan'in son derece oynak bir şekilde söylediği "düşünme hiç" şarkısının orjinali.. ajda pekkan'in o kendine güvenen kadın triplerinde atarlı atarlı, direkt eski manitaya konuşurken, mina sanki ağlamaktan şişmiş gözleri ve ayrildiktan sonra 5 kilo almış yanakları ile söylüyor şarkıyı :


hayır, kış taşımayacağım yüreğimde (çok şık bir tanımlama bence..)
affedeceğim
aşkın kuğusu bir iz bırakacak (kuğudan kasit ne tam bilmiyorum. heralde italyanca bir bağlama.. aşk böceği gibi)
güneş sönecek ve sonra
günlerim ay ile aydınlanacak.
talih getirecek sana, bana...
kirpiklerini kapatma
uyanık kalmak için, hayır
gözyaşlarında
her zamankinden fazla hapsolup
ilk aşkı hatırlayacaksın.
sıkıntılar çözmeyecek dizlerini
ama neşe ve şarabının ürpertisi
kimseyi üzmeyecek,
ihaneti örtmeyecek

nefes kesen kelimeler (destur bismillah.. zaten sarkinin burasinda da ses yildiz tilbe sesine dönüşüyor)
yüreğimde bir göle dönüştü
yüzmek isteyen için...

Çarşamba, Kasım 28, 2012

Bedük'ten Parti gibi Klip

Bedük yeni albümü Overload'un ilk klibini hareketli şarkısı Beatfreak için çekti. Adı gibi hareketli görüntülerden oluşan klip yayınlandığı andan itibaren büyük ilgi topladı.

Her şarkısıyla kendi alanında ilklerin öncüsü olan elektronik dans müziğinin Türkiye'deki en özgün temsilcisi Bedük, yeni albümünün ilk klibini BeatFreak isimli şarkısına çekti. Klibin yönetmenliğini çektiği parti ve gece hayatı fotoğraflarıyla ünü kulaktan kulağa yayılan Tchane Okuyan üstlendi.

Üç günde pek çok farklı mekanda çekilen klipteki görüntülerin bir kısmı Bedük'ün geçtiğimiz haftalarda İndigo'da gerçekleştirilen konserinden alındı. Konserde spontane bir şekilde izleyicilere "hadi klip çekiyoruz" diyip kendini seyircilerin arasına atan Bedük, hayranlarıyla birlikte eğlenceli görüntülere imza attı.

Beatfreak şarkısının adına yakışan video klibindeki diğer görüntüler ise Türkiye'nin en iyi dansçı ve koreograflarından Uğur Yıldıran'ın sahibi olduğu Hasköy'deki Acaip İşler Müdürlüğü'nde çekildi. Bedük, şarkı söylediği bölümlerde de lazerle özel ışık tasarımının kullanıldığı klibi için "Klip tam anlamıyla şarkıyı izleyicilere aksettirmek ve benim konserime geldiklerinde yaşayacakları eğlenceyi birebir yansıtabilmek için tasarlandı. Biz çekimlerde çok eğlendik, umarım seyredenler de eğlenirler" dedi.

Konserleri:
7 Mart Ankara Jolly Joker Ankara
9 Mart Kayseri Hilton Otel
22 Mart Konya Rixos Otel

http://www.biletix.com/etkinlik-grup/47511461/TURKIYE/tr

www.facebook.com/beduk
www.twitter.com/beduk
http://instagram.com/beduk
https://soundcloud.com/beduk

Bir bumads advertorial içeriğidir.

Pazar, Kasım 11, 2012

Çocukların Haçlısı


Sanırım yakın zamanda cnbc-e de de yayınlanacak bir dizi var. "Revolution" adında, benim pek çok sevdiğim "uygarlık'ın başına bir halt geldikten sonra neler olacak" temalı bir dizi.. dizinin hemen ilk bölümünde bir şeyler oluyor, bir ali cengiz oyunu dönüyor ve elektrik dünyadan başını alıp gidiyor.. 15 dakika içinde insanlar elektrik'in hayatlarında ne önemli bir şey olduğunu farkediyorlar.. sonrasinda aylar yıllar geçiyor, insanlık elektriksiz bir dünyada bambaşka şekillere bürünüyor..

bu vasattan güzelce dizinin son bölümünün ismi "children's crusade" yani "çocukların haçlısı" ismini taşıyordu.. şahsen tarih derslerinde sıra altından otomobil dergisi okuyan her lise öğrencisi gibi benim de haçlılar konusundaki bilgim, haçlıların küdüsü almak için anadolunun üzerinden geçmeye karar verdiklerinde o sırada oralarda bulunan kılıç arslan'ın "siktirin lan gelmeyin bir daha buraya" demesi ve haçlıların "madem öyle biz de aşağıdan gidelim, türklere bulaşılmaz" demesiyle sınırlıydı.. hele bir de çocukların haçlısı olunca daha bi ilgimi çekti.

Perşembe, Kasım 08, 2012

Prosopagnosia:yuz taniyamama hastalgi

http://1.bp.blogspot.com/_F94UifNStk8/SW5oHdevqWI/AAAAAAAAASg/W7qO-gxZRQ4/s400/2.jpg

Tarihin görüp göreceği en ilginç hastalıklardan bir tanesi birazdan anlatacağım. Bunlardan müzdarip kimi insanlar, annelerinin bile yüzünü tanıyamamakta..

hadisenin bir de bilimsel aciklamasi var tabi..
simdi beyin dedigimiz sey, söğüşün icinde çok şekilli durmasa da (zira orada kaynatıyorlar) çok komplike, deli bir şey.. her zamazingo, her algı, her vergi icin ayri ayri yerleri var.. duyu merkezi denilen, ön taraftaki "duyu merkezi bölgesi"nde (eheh bunun latince ismi olmaliydi aslinda..) dahil onlarca yüzlerce kücük merkez var.. bu merkezlerden bir tanesi de bizim insanlarin yüzlerini ayirt edebilmemizi sagliyor..

Salı, Kasım 06, 2012

Antik Yunan!




(google'da "ancient greek" diye resim arattığınızda karşınıza, ikinci sayfada böyle bir resim çıkması çok garip ve gurur kırıcı tabi)

Amerikan seçimlerinden bahsetmek istiyordum açıkcası bugun. seçim, demokrasi, zencili diye internette aratırken bir şeyler, kendimi antik yunanda buldum.. nihayetinde adamlar demokrasiyi bulmuşlar.. antik yunanı okurken amerikan seçimlerinden çok uzağa gittiğimi farkedip geri de dönmedim gari..

antik yunan, artik nasil bir donemse insanlarin yaptkilari her bi bokun gelecek nesillere kaldigi bir vakit alenen.. mesela karsiliksiz asik mi oldu platon, hemen yapistir "platonik"... daha baska ornek veremedim simdi.. ama var boyle.. cok var.. yakismiyor koca insanliga, yakismiyor uygarligimiza antik yunanda saplanip kalmak.. bir adim geriye cekilip durumu analiz etmek lazim.. "azuthik" die bi kavramimiz olsun ister miydiniz? ben de platonik olsun istemiyorum..

Perşembe, Kasım 01, 2012

tarihte açlık grevi: neden ki?



sonda söyleyeceğimi başta söylemek istiyorum ki aradan çıksın.. bence açlık grevleri hangi amaçla, ne uğurda yapılırsa yapilsin, amacına, nedenine katılayım katılmayayım, bir insanın haksız olduğunu düşündüklerine karşı en onurlu şekilde "baş kaldırıyorum, varım benim farkıma" demesidir..

açlık grevleri ilk kez türkiye'de yapılmıyor tabi. neredeyse insanlık kadar eskiymiş "açlık grevi" kavramı.. tarihe şöyle bir baktığımızda, ilk açlık grevi kayıtlarının hristiyanlık öncesi irlanda'da olduğunu görüyormuşuz.. ki "burada olmuyor biz yapamıyoruz" diye gemilere atlayip, neredeyse ma ülke olarak amerika'ya gidip yeni bir ülke kuran bir ulusun geçmişinde de "gittik kraliçeye parmak attik" olmasındansa açlık grevinin olması çok makul..

Çarşamba, Ekim 31, 2012

Sandy Kasırgası : Fırtına isimleri

"istanbula kar yağmadan, türkiye'ye kış gelmez" diye harika bir laf vardir.. hah aynı lafın dünya için olanı da amerika'dır hatta amerika'yı da geçtim new york'tur.. hiç bir afet, hiç bir doğa olayı, hiç bir uzaylı istilası amerika'yi daha doğrusu new york'u vurmadan ciddiye alınmaz.. bu gün sinop'u uzaylilar işgal etse, dünyanın hiç bir yerinden ses çıkmayıp, uzaylılar bir noktadan sonra dikkat çekemedikleri için kaçarlar ama new york'a el salla allah allah gari. dünyanın tüm gazetelerinde çık.

Cuma, Ekim 19, 2012

pandora'nın kutusu

ben bugun pandora'nin kutusu kavramini ilk bulan, uyduran kisiyi ellerim kizarincaya kadar alkislamak ahirette de gidip elini opmek istiyorum arkadas.. dünyaya gelmis ,gecmis en tasakli esya, efsane kanimca pandora'nin kutusudur..

özünde bildigimiz 10 santim e 10 santim küp bir kutu. icini aciyorsun icinden tüm kotulukler cikiyor.. o güne kadar zevk-ü sefa icinde yasayan pandora muhtemelen acilmasi kati süretle yasak olan bu kutuyu acinca hayatina aksiyon u sokuyor.. buraya kadar sahane.. yani nedir? bi kutu var, ici tamamen kotulukle dolu, fakat yaninda esantiyon bir de umut var.. o işin sikkolugu konumuzla alakasi yok. muhtemelen o umut kelimesi ilk efsanede de yoktu da sonrasinda holivud filmi konseptinde "mutlu bitsin de alicisi cok olsun" dendigi icin kondu.. dedigim gibi buraya kadar sorun yok..
hadise'nin teolojik olarak incelenmesi yuregimi dagliyor benim.. bu pandora denen hatun ilk kadin.. bizim denkligimizdeki ismi "havva".. pandora annemizin kutu ile tasvir ettigi hadise bizde elma olarak irdelenmis..
havva ile adem in cennet icinde kah sakalasarak, kah seviserek ve edep yerlerindeki kocaman bir incir yapragi ile gecirdikleri günner seytan in gelip de "yasak elma hmm baldan tatli" demesi ile degisiyor bildiginiz gibi.. cennetten kovuluyorlar havva ile adem.. pandora'nin da kutuyu acmasi sembolik bir cennetten kovulma manasina gelmekte kanimca. yani cennetin o zevku sefa anlari kutuyu acinca bitiyor..
tek tanrili dinlerin zinhar reddettikleri cok tanrili dinlerle benzerlikler gostermeleri beni delicesine sasirtiyor aslinda.. bakiyorsun tufan yunanlilarda da var.. işte orada da bir amca bindirior gemiye falan.. bakiorsun meteorlarla yanan taslarla yikilan sehir roman (cingene diil) mitolojisinde de var (kapcik agizlilar)... insan bir irkiliyor tabi..
sonucta insan oglu'nun sahane rahati cok tanrili da olsa tek tanrili da olsa "yapmayin etmeyin acmayin yemeyin" konseptlerine uyulmadigi icin bozulmustur.. insan oglunun hikayesinin basladigi bir noktada "yasaklara uyalim uymayanlari uyaralim" düsturu varsa ben sicayim o yunan felsefesine.. sicayim sokratin "supheci yaklasin" yaklasimina.. nesine suphe ile yaklascam lan? yarin bi gü
"uur bir gün sigara icmemesi gereken yerde sigara icti ve dumani ile birlikte dünyaya cesitli ifritler yayildi. ve insan oglu kahroldu berbat oldu.." diye efsaneler anlatmayacaklari ne malum? ee efendim sigaradan felaket olur mu.. sigaradan insanlik kotu etkilenir mi.. arkadasim havva'nin ilk disledigi elma siradan bi elma degil miydi ? pandora'nin ilk actigi kutu gibi kutuyu günde 5 kere aciyorum ben (aslinda pandora nin kavanozu diorlar da o konu disi)... yasaklara uyucaksin arkadas.. ben onu bilir onu soylerim.. otobuste ön kapidan inmeyeceksin, insaata girmeyeceksin (yasak in yaninda bir de tehlikeli) ne bileyim işte kazi kazan kuponlarinda kazinmamasi gereken bölgeyi kazimayacaksin.. mazallah allahin gücüne gider agzimiza sicar.. yemin olsun..

Salı, Eylül 25, 2012

gönül dağımın bir garib'i öldü bugün..

     


fuar açıkhavanın ışıkları yavaş yavaş sönüyor, insanlar az önce ellerini  birbirlerine acıyana kadar vurdukları yeri terkediyordu.. yerimde oturmuş duruyor, az önceki insanların bıraktığı mendillerin, su şişelerinin arasında sahneyi toplamaya başlayanlara bakıyordum.. hayatı var eden anlar vardır ya, yaşadığın her saatten değerli olan saatler, onları yaşamıştım az önce ve gerçekliğe dönmekte zorlanıyordum.. merdivenlerin başında bir sigara yaktım, bir nefes çekip az önce sahibinden dinlediğim şarkıyı mırıldanmaya başladım

"şu garip halimden bilen işveli nazlı, gönlüm hep seni arıyor neredesin sen"

     Sezar'ın ardindan markus antonyus çıkıp romalılara "buraya çıktım ama, sezar'ı övmek değil niyetim" der ya, ben de bu blog yazısında ne neşet ertaş'ın ne süper bir insan olduğundan, ne de neler yaşadığından bahsedip onu övmek istediğimi söylemek isterim.. zaten gazetelerden okuyacaksınız bunları.. insanlar twitterda sanki neşet ertaş dinleyerek aşk acısı çekmişler, sanki neşet ertaşla rakı içip sevdiklerini evlendirmişler gibi konuşacaklar.. bozkır'ın tezenesi diyecekler tezene ne demek bilmeden.. umrumda değil kimin ne dediği.. umarim bi gün ben öldüğümde de, sağlığımda değerimi bilmeyenler arkamdan salak göz yaşları dökecek kadar iyi ve dolu dolu yaşarım bu hayatı.. umarım ben de insanların "aaa bu da mı onun eseriymiş" diyecekleri kadar üretici olurum bu hayatta.. 

    ben neşet ertaş'tan anladıklarımdan bahsetmek isterim burada, 28 senelik yaşantımın son 10 yılında sesinin olduğu adamdan anladıklarımdan.. mesela ben neşet ertaş'tan, bir şey için yoksul olmanın güzel bir şey olduğunu, açlığın her daim güzel bir şey olduğunu, ama kötü olanin yoksunluk olduğunu öğrendim.. insan muhtaç olmalıydı ona göre.. aşka, sevgiye, söze, güzel yüze.. doymamalıydı asla.. bir şeyi toklukla değil, açlıkla yaparsan güzel olacağını öğrendim ben.. türkülerin bu kadar güzel olmasının nedeniydi belki o, kendini anlatmaya olan açlık..

    ben neşet ertaş'tan hatayı kendinde bulmayı öğrendim.. bir hata varsa dünyada, bir yanlış geldiyse başa bunun en büyük nedeninin, hakki olsun veya olmasin kendinde bulmayı öğrendim.. zira öğrendim ki ben, insan kendini affedebilirdi, ama suçu başkasında bulup küslük girerse kana, affedemezdi kimseyi, yareni bile.. ve affedememek bir allah kulunun başına gelebilecek en büyük dertti..

   ben neşet ertaş'tan sevmeyi öğrendim.. öyle ayşeyi az, fatma'yi biraz ama en çok gizemi sevmeyi değil.. mutlak sevdayi sevmeyi.. aşkı sevmeyi öğrendim.. sevdayi bitirmemeyi, aşkı öldürmemeyi öğrendim.. çünkü somutlaştırmadı neşet ertaş hiç sevdayi.. leylaydi onun aşkı, kimi sevse leylanin kendisini sevgisinden seviyordu çünkü.. 

   velhasil ben biraz bensem, ben çok şey öğrendim neşet ertaştan.. elime "gönül dağında bir garip" kitabi geçtiğinde 22 yaşındaydim.. ve ben o kitapdan, ve ben o türkülerden babamdan öğrenmediklerimi öğrendim.. işte bu yüzdendir bugun iş yerinde tuvalete gidip hüngür hüngür ağlamam, o yüzdendir bugun yüreğimin bir yanının ölmesi.. nur içinde yat neşet babam.. çoçuğuma seni sevdireceğime yemin ediyorum.. belki galatasaray'li olmayacak ama senin şarkılarınla aşık olacak, senin şarkılarınla sarhoş olacak..


ha bir de, nil karaibrahimgil vardi değil mi? şu "neşet ertaş'i ben tanıttım" diyen.. allah ona da öldüğünde neşet ertaş gibi uğurlanmak nasip etsin.. allah ona da doydurmasın kimseyi bizim neşet ertaş'a doyamadığımız gibi.. 


Pazartesi, Eylül 03, 2012

yumurtalara ihtiyacımız var

"adamın biri doktoruna gider ve "doktor, kardeşim fıttırdı, kendini tavuk sanıyor." der. doktor da: "getirseydiniz ya, tedavi ederdim." der. adam da şöyle der: "evet ama doktor, yumurtaları çok işime yarıyor."
galiba ben de insan ilişkilerinde aynı şeyi hissediyorum. akıldışı, mantıksız, hatta saçma olduklarını bilseniz de sürdürmeye çalışıyorsunuz. çünkü hepimizin yumurtalara ihtiyacı var."

woody allen.

Cuma, Ağustos 24, 2012

bugun pluto'nun gezegenlikten çıkarılışının 5. yılı


tam 5 sene olmuş.. az önce farkettim.. bir şeyler bıraktım.. o sektörde, güneş sisteminde.. fotoğraflar kayıp, yörüngeler değişmiş, cüce gezegen olunmuş.. hayattayken üstelik

Perşembe, Ağustos 16, 2012

önce iyi insan olmalı..




üzülüyorsun,takma diyorlar.
kızıyorsun,değmez diyorlar.
boşveriyorsun;gamsız diyorlar.
susuyorsun,iki çift laf et diyorlar.
konuşuyorsun,muhatap olma diyorlar.
çekip gidiyorsun, mücadele et diyorlar.
alttan alıyorsun,tepene çıkardın diyorlar.
bağırıyorsun,sakin ol diyorlar.
aklı başında davranıyorsun,bu kadar uslu olunmaz diyorlar.
dikine gidiyorsun,yaşına başına yakışmaz diyorlar.

ölünce ne diyecekler?
muhtemelen; ölüm sana yakışmadı.
normal tabii,dirimizi beğenmediler ki ölümüzü beğensinler..

 -müşfik kenter-

Pazartesi, Ağustos 13, 2012

Bütün öğrendiklerinizi unutun






"Öğrettiklerimi unutun, dünya dönüyor evet ama bu dağ başında dönmemesini bilmek daha doğrudur, size hayat bilgisi dersleri verdim ama siz hayatın gerçek bilgisini kendiniz burada bu dağ başındaki köyünüzde, sonra uzak kentlerdeki askerliğinizde, mahpusluklarınızda öğreneceksiniz. Unutmayın ki kitapların yazdığı her zaman doğru değildir. Benim için doğru olan sizin için doğru değildir, benim için gerçek olan sizin için gerçek değildir, öğrettiklerimin çoğu böyleyse bağışlayın beni çünkü ben başka bir yerden geliyorum ve karların erimesiyle de gidiyorum işte... Burada yaşayacak olan sizlersiniz, sizler karın üstünde yalınayak yürüyüp ölmeyenlerdensiniz, insanlar üç aylık bebeyken bilinmeyen hastalıklardan ölmeden de yaşayabilirler, cüzzam alın yazısı değildir, hiçbir şey alın yazısı değildir

Pazar, Ağustos 05, 2012

#haftanınsarkısı 92: rachid taha - dinle beni yoldaş!



beni iyi dinle dostum
bu kızdan kurtulmalısın
duyuyorsun beni değil mi?
hatun seni hasta edecek
ve kıvranıp duracaksın


onu sevdiğini gayet iyi biliyorum
ona kalbini verdin
onu sevdiğini gayet iyi biliyorum
ona ruhunu verdin

onun verdiği sözlere aldanma artık
seni sevmeyecek
yüz yıldır böyle bu
daha önce de yüzüne güldü,
sürekli bir öyle bir böyle davranacak.

kara kaşın kara gözün için değil,
diğer insanların yanında sana sarılmış olsa da.
sen romeo-juliette olmak istiyorsun
onunsa tek düşündüğü diğer sevgilileri.

onu sevdiğini gayet iyi biliyorum
ona kalbini verdin
onu sevdiğini gayet iyi biliyorum
ona ruhunu verdin

berduşa döndün
bir küçük kız yüzünden
kendini akıllı sanıyorsun
ama kusura bakma da, aslında
salağın tekisin
bu da senin suçun sayılmaz
sayın bay keriz

iyi ama kim bu "dostum" dediğim?
tek başıma konuşuyorum
kimse yok yanımda
öyleyse, bu "dostum" ben olmalıyım
bu zavallı hıyar
işte benim karşınızda!

Salı, Temmuz 17, 2012

#masadabosbardaklar Haftanin Sarkisi: Pierces - Kissing you a Goodbye




kendi kişisel "gitmeli şarkilar" hafizamin baş köşesinde uğursuz bir şekilde "sinan peker - diyemedim" adlı şarki bulunur.. ne zaman birisi gidiyorum dese, allaha ısmarladık dese, ben içimden "gidiyorsun... bilmedigim uzaklara.. bakarken ardindan, gitme kal diyemedim" derim..

sinan peker'in o şarkisini ilk duyduğum anda bile, arabesk, dandik bulmuştum.. o zamanlar ağır metalciydik ama yine de zihne yerleşmesine engel olamamışız demek ki.. o zamanlar gerçi tüm türkçe şarkilari arabesk bulurduk.. ingilizce şarkilar ise acaip cooldu.. ingilizceydi yahu bi kere şarki.. ingilizler ne bilirdi izdirabi, kederi..

sonra ingilizce öğrenince kazin ayaginin öyle olmadigini farkettik.. bildiğin arabeskti şarkilar.. elvis presley, oranin müslümüydü resmen.. adamin kederlenmediği, aşk acisi çekip kendini alkole vurmadığı şarkı yoktu.. mesela bu enfes şarkida ne diyor

"in the early light i found you with the bottle by your side.
i can see by your eyes you know that i,
i’m kissing you goodbye"

yani türkçesi

"sabahin ilk ışıklarıyla, seni bi şarap şişesinin yanında buldum,
çekmişin yine şarabi ayyaş, gözlerinden gördüm bildiğini
sana alasmarladik öpücügü verdiğimi"

bildiğin gönül yazar şarkisi.. ama işte seviliyor ingilizce olunca.. iki güzel kizin ortasinda gay bir "üzgün kaslı" koyduğunda daha da güzel oluyor..

Adrenalin... Kaldığı Yerden: Toyota GT86


Toyota’nın 50 yıllık spor otomobil birikimini, heyecan verici tasarım özellikleri ve üstün sürüş keyfiyle birleştiren Toyota GT86 Türkiye’de!

Spor otomobilde tutkunun yeni adı olan arkadan itişli Toyota GT86, sürücüsü ile bütünleşerek gerçek, saf ve eğlenceli sürüş keyfini garanti ediyor. Dünyada sadece Toyota’da sunulan önden yatay (boxer) motor ve arkadan itiş özelliklerinin hayat bulduğu sürücü odaklı Toyota GT86, aynı zamanda dünyanın en kompakt 4 kişilik spor otomobili olarak tüm dikkatleri üzerinde topluyor. Toyota GT86, yere yakın olan ağırlık merkezi ve aerodinamik tasarımıyla heyecan ve sürüş keyfi arayanlara hitap ediyor.

Toyota GT86 ultra hafif gövdesi, kompakt 4 kişilik tasarımı, mükemmel dış tasarımı ve içeride ayrıntılara verilen önem ile sürüş keyfini en üst seviyede yaşatırken, spor otomobil zevkini de geniş kitlelerin erişimine sunuyor. Toyota’nın D-4S teknolojisiyle üretilen 2,0 lt atmosferik boxer motoru ile 200 HP güç ve 205 Nm tork sunan GT86, 6 ileri otomatik vites modellerinde 7,1 lt/100 km yakıt tüketimi ve 164 g/km CO2 salımı ile ekonomik ve çevre dostu sürüşe verdiği önemi de ortaya koyuyor. GT86’da ayrıca ABS ve devre dışı bırakılabilen VSC ile GT86’nın üstün aerodinamik özellikleri sayesinde sürücüler kişisel sürüş kabiliyetlerini ortaya çıkarma fırsatını da bulabiliyorlar. GT86’da sunulan VSC SPORT seçeneği ise dengeden ödün vermeden aracın dinamik sınırlarının keşfine imkan tanıyor.

Toyota GT86 İstanbul Park’ta yapılan lansmanla Türkiye’de satışa sunuldu. Toyota GT86’nın turuncu, kristal siyah, saten beyaz ve şimşek kırmızı olmak üzere 4 farklı renk seçeneği bulunuyor.

Toyota GT86’yı daha yakından keşfetmek için www.adrenalinkaldigiyerden.com adresini ziyaret edebilirsiniz.

Tüm yeniliklerden anında haberdar olmak için Toyota’yı Twitter’dan takip edin: https://twitter.com/Toyota_Turkiye

Bir bumads advertorial içeriğidir.

Pazar, Temmuz 15, 2012

tek tık eylemcisi #ozgurlugunesahipcik

"Merak etmeyin biz internetteniz"
internet aktivizmi, konusunda iki farklı bakis acisi bulunmaktadir dünyada.. birincisi tahrir gibi, wallstreet gibi eylemlerin örgütlenmesini sağladığı için mükemmel bir şey olarak görülmesidir.. bir eylemi örgütlemek için, bir duruşu gösterebilmek için bundan 20 sene önce el ilanlari ile oradan oraya koşanlar bunu tek tikla yapabiliyor artik.. insanlari ayaga kaldirabiliyor..

ikinci görüş ise,

Pazar, Temmuz 08, 2012

haftanın şarkısı #90 Silje Nergaard - Be Still My Heart




Silje Nergaard garip bir kadın.. cep telefonlari, laptoplar, uçaklar derken iyiden iyiye hızlanıp, anın keyfini çıkartmayı unutan insanlığa bazen mesih olarak gönderildiğini düşünüyorum.. sesinin ilk duyulduğu anda "kapatalim televizyonu, cep telefonlarını bilgisayarları, gel yanıma otur birbirimizi dinleyelim" demek istiyor insan.. zaman geçerken usulca, hiç bir şeye acelesi olmayan insanlara dönüşüyoruz silje hanımla..

sinyorita 1966 yilinda dünyaya geliyor norveçte.. böyle bir yeteneği durduramıyorlar tabi, 16 yaşında ilk albümü çıkardığında, olay nedense japonyada patlıyor. dedim ya, dünyayı yavaşlatip, keyfine varmamızı sağlarken, zamanın en hızlı aktığı yerde etki yapması anlaşılmayacak bir şey değil.. birbirinden enfes 8 albümü var.. bu be still my heart ise "en güzel" şarkılarını topladığı albümden geliyor.. ve bir edip cansever şiiri ile devam ediyor:

"gün bitti. saat kaç. bitecek mi bir gün savaşımız
hak edilmiş  hüzünlerimiz olacak mı bizim de
dönüp dönüp arkamıza baktığımız
bir dünya kalıntısı üstünde
hak edilmiş hüzünlerimiz olacak mı bizim de "

Perşembe, Temmuz 05, 2012

Sanat Perşembesi #3 : Bir Tabloya 36 Milyon Dolar Vermek



20 haziran 2012 günü, tüm dünya tarihte görülmemiş bir manyaklığa tanık oldu. "Allahım çok param var nasil harcasam bilmiyorum" şeklinde dolaşan zenginlerin derdine çare bulan Londra'daki Sotheby's galerisi yukardaki tabloyu sattı.. Tablonun ressamı "Joan Miro" ve adı da "Etoile Bleue" idi.. Joan Miro - Etoile Bleue, Cengiz Kurtoglu - Hain Geceler, ikilisi kadar tanıdık gelmeyebilir size ama anlatacağım.. neden bu tablonun bu kadar para ettiğini de anlatacağım ama önce tabloya yakından bakalım...


Çarşamba, Temmuz 04, 2012

Higgs Bozonu Nedir?

cok anlatilmis edilmis, kriz donemlerinde herkesin, "parite" uzmani "emulsiyon" kompetani olmasi gibi, atlas deneyi nedeniyle herkesin ilgi gosterdigi bir zamazingo olmus zamazingodur higgs bozonu..

bi de ben şöyle anlatayim bunu..

Pazartesi, Temmuz 02, 2012

izmir sendromu: eğlenceli geceden eve dönüldüğünde girilen depresyon

"Üzgün kaslı" fotosunu şimdi kullanmayacaksak ne zaman kullanacağız ki?

yaptigim bir arastirmaya gore (ciddi ciddi insanlarla oturdum konustum facebooktan falan dürtüp" ya bişi sorucam eglenceli bi geceden eve donunde bi mutsuzluk cokuor mu sana da" seklinde 15 kisiye sordum... sonra baktim yüzdeye vuramiyorum 5 kisiye daha sordum yuvarlak hesap oldu) insanlarin yüzde 75 i (yani 20 kisinin 15 i) eglenceli bir geceden sonra eve geldiklerinde eger hemen yatip uyumazlarsa, inanilmaz bir mutsuzlukla karsilasiyorlar..


Pazar, Temmuz 01, 2012

korku filmleri

occam'in usturasi diye bir hadise vardir.. anladigim kadariyla sadece tip ogrencilerine 101 dersinde ogretilen bir hadise bu.. biz ekonomistlere ogretmediler.. kendim ogrendim ben.. onu da tv dizilerinden (scrubstan tam olarak) filan.. "cocuklar eger bir nal sesi duyuyorsaniz, akliniza ilk gelen sey, yani bir atin geliyor olmasi dogrudur.. bu da occam'in usturasidir.. yani akla gelen ilk sey dogrudur" ... vav.. ilk ders icin süpper bir hikaye bence.
bize ne ogrettiler "insanlarin ihtiyaclari sonsuz, ama kaynaklar sinirlidir" sikeyim..
öncelikle sunu soylemeliyim ki bravo occama.. bugun ben bi ustura ile dolansam "azuş manyamis" diye dolanirlar.. adam masallah adini vermis tüm bi literature.. her hangi bir tip ogrencisini bu hikaye ile kandirabilir "selam ben occam.. evet usturali olan.." diyebilir.. bu hadiseye tavim.. yani isimlendirmenin antik yunandan yapilmasina..

Cumartesi, Haziran 30, 2012

haftanın şarkısı #89 - coral - dreaming of you



üç kere üç dokuz eder
bilirsin
birin karesi birdir
kare kökü de
bilirsin
"mutlu aşk yoktur"
bilirsin

ama baharda ya da dışarda
sonsuz göğün altında
aşkın aşkla çarpımı
nedendir bilinmez
garip bir biçimde
hep sonsuzdur

demiş turgut uyar.. bambaşka memleketlerde, bambaşka şeylerle aynı şeyleri hissettirmek ne garip.. insanlik dediğin genlerinin %99.9 u aynı olan yaratiklar.. bir keçi bizim hissettiğimiz gibi hissetmez mesela.. o yüzden lütfen anadoludaki genç kardeşlerim, keçileri rahat bırakın!

Pazar, Haziran 24, 2012

haftanın şarkısı #88 - dany brillant - dans les rues de rome



annem'in bana hamileyken bir kere sigara içmesinden mi bilmem ama, hayatimla ilgili kararlari verirken pek akil davranamiyorum..

 8 sene üniversite okumuş biri olarak, birden kalkınıp "ben yüksek yapicam" demenin, sonrasinda yine bir kış günü "ben işi gücü birakip erasmusa gideceğim demenin başka türlü makul bir açıklamasını yapamıyorum. hoş o mastera baslama hikayesini "sinema çok pahali öğrenci 5 lira daha ucuz" denilerek olduğu konusunda bir açıklamam var..

ben lord olsam

sahsen ben bu lordlar kamarasına seçilsem, lord olsam,"buyrun azuth bey istediginiz yere oturun, yeni çay demledik içer misiniz?" deseler, yapacagim ilk iş bi galeriye gidip ford mondeo almak olacaktir.. sonra da direkt king cross sanayi sitesine gidip camlara film çekip arkaya "became lord, bought ford" yazdirirdim.. keşke ben bir lord olsaydım :(

Perşembe, Haziran 21, 2012

sanat perşembesi #2 - sanat filmlerini anlamama kaygısı


sadece bende oldugunu dusundugum ama yakin zamanda toplumsal bir problem oldugunu farkettigim bir kaygi var.. sanat filmlerini anlamamaktan korkuyoruz biz.. (kendimi yalniz hissetmemek için, olayi zümreye vurdum ama bizzat ben korkuyorum)

öncelikle ak ile karayı ayırmamız gerek. nedir sanat filmi? ertem eğilmez'in bu konuda şahane bir tespiti var "sinema icat olunup, bir noktadan sonra kitleleri kendisine çeken bir şey olduğunda, seçkinler endişelendiler.. "halkla aynı şeylerden keyif alıyoruz" demeye başladılar ve bundan rahatsız oldular. daha önceleri müzik vardı, opera vardı, tiyatro vardı ama seçkinlerle, alt tabaka çok net bir şekilde birbirinden ayrılabiliyordu. ama sinema girince işin içine olay değişti. localardakilerle, alt taraftakiler yanyana geldi.. dediler o zaman biz bir şey yapalim, seçkinleri ayıralim yine.. "sanat filmi" oradan çıktı. oysa sanat filmi nedir? iyi film sanattir ki zaten?"


Çarşamba, Haziran 20, 2012

polisten korkuyorum



bugün yaşanan olay, yani istanbulda, durduk yere bir adamın ailesi önünde 5 tane polis tarafindan dövülmesi münferit denecektir.. binlerce polis içinde 5 tanesi yapmistir denecektir.. kanmayın buna.. yalandır..

Salı, Haziran 19, 2012

gerçek hayatta işe yaramayacak bilgiler #1: Kaptan James CooK


kaptan james cook, endeavour adli, kücük gemisine 100 tane levent alip kayip kitayi bulmadan evvel, aslinda kaptan falan degildir.. ingiliz donanmasinda o siralarda 300 e yakin kaptan varken, james cook 900 tegmenden biridir.. zamanın ingiltere krali "sultan reşat" kaptan cook'u tanış oldugu bir amiral yardimiyla kesfeder.. kaptan cook'un sahane bir yon tutus yetenegi, yer tahmin yetenegi, dahili gps'i ve inanilmaz bali vardir.. bununla birlikte, çok dikkat ceken birisi degildir..


Pazar, Haziran 17, 2012

babam




1957 yilinda dogru benimkisi.. yarim asirlik bir baba yani.. kahramanlar diye bir semti vardir izmirin ki ismi kendinden kerametli, orada doğuyor benim babam.. o zamanlar daha izmir 100 bin kişi var yok. kahramanlar da fuarin hemen yani. aile evinde kaliyorlar. 4 aile birlikte. 2 dayi bir teyze.. sonra yikiliyor o ev.. alsancak stadinin arkasindan bir yerlerden ev buluyorlar.. limandan esen imbat alsancak stadından aşıp gelirken mahalleye, 6 yasinda izmirde tek tük kalan bir rum aile istiyor kendisini. "sizin 4 cocugunuz var çetin i bize verin biz büyütelim" diyorlar. rum aile zengin, rum aile izmirin sayili ailelerinden.. vermiyor sonralari "hoca hüseyin" denecek dedem ikinci oglunu.. dede garip insan.. mücessem diye basliyor cocuklara bir kizla.. sonrasinda metin.. kafiye olsun diyor 2 sene sonra, cetin koyuyor ücüncü cocugun ismini.. bi iki sene daha geciyor, attila koyuyor son cocugun ismini..

Perşembe, Haziran 14, 2012

Entel Perşembe #1 - Modern Sanat ve İstikrar

kirk alti yasima gelip de ogrendigim bir sey varsa o da dünyada gecer akcenin sadece ama sadece istikrar oldugudur.. dandik bi adam olabilirsiniz, aptal da olabilirsiniz ama istikrarliysaniz size ekmek var bu dünyada.. oyle bir iki yapip birakip, ara verip, sonra tekrar yaptiginiz seyi isterseniz dünyanin en sahane yapan adami olun kimse size prim vermiyor arkadas.. kiytirip yap, bastan savma yap ama paso yap, devamli yap o zaman sahlarin sahi sensin.. kübik şekillerle resim yapan ilk sanatçı picasso muydu allah aşkına?



yoo değildi... yukardaki resmi yapan george braque imiş ilk kübist resmi akil edip "şöyle yapsak ne kiz kaldiririz haci" diyen insan.. ya da pollack ilk defa mi atmisti tuale boyalari gelişi güzel.. yooo..




yoo yoo efendiler!! yukardaki tablo "max ernst" adli bir ressamin.. jackson pollock gibi ativermiş o da boyalari tuvale ve "haci belki böyle kiz düşürürüz" demiş ve öylelikle başlamış bu modern işler.. velhasıl daha once birileri yapmisti bunlari (ki sanat dediğin kiz düşürmek için yapilir bence.. "kendimi ifade böyle ifade ediyorum" u geçiceceksiniz.. niye ifade ediosun kendini? dünyada kiz olmasin, sanat diye bir şey olmaz!) ama kimse bu iki manyak gibi "inadim inat kicim iki kanat" dusturu ile, istikrari ile devam etmemisti hadiselerine..

bir basarisiz, iki basarisiz derken adamlar aldilar kendi usluplarini yarattilar bu kadar basit.. en yetenekliklileri bunlar değildi belki, ama en istikrarli olanlari bunlardi.. kerem asliyi bir iki gün istese sonra biraksa yar olur muydu asli kereme? her gün didindi, istikrarli bi sekilde daglari deldi kerem.. hos asli kerem'e vermedi bi kerem ama konu o degil.. o asli'nin kisisel cadalozlugu..

 hülasa istikrar cok onemli.. türk öğün calis güven demek yerine türk istikrarli ol dese mustafa kemal, tarih son 100 senede bambaska yazilirdi diye düsünüyorum ben..

Çarşamba, Haziran 13, 2012

benim pipim benim kararım





okulların kapanıp, sünnetlerin ardı ardına yapıldığı şu günlerde, daha kendisini bilmeyen, bilemeyecek sübyanların kelempereye getirilip "oldu da bitti maşallah" denilip sünnet edilmesine "dur" diyelim.. "benim pipim benim kararım" kampanyası ile, pipisi kesilerek "eksik" hale getirilen evlatlarimiza sahip çıkalım!!

Salı, Haziran 12, 2012

bankalar nasil eşkiya oldu: garanti paramı nasıl aldı

 


bankalar ilk kurulduklarında ulvi bir amaçla kurulmuşlardı.. kudus'e gitmek isteyen insanlar, eşkiya dolu yollarda yanlarına para taşıyamaz hale gelmişlerdi. para taşıdıklarında neredeyse ilk adımda bir eşkiya gelip soyuyordu bunları. işte böyle bir ahval ve şeraitte, "tapınak şovalyeleri" çıkıp şu teklifle geldi "sen burada italyada paranı bize ver, biz sana bir kağıt verelim, o kağıtla kuduse git, ve paranı kudusten çek". tapınak şovalyeleri bu işten "hesap işletim ücreti" adı altında bir ücret alıyorlardı haliyle..

bu bahsettiğim olay 1100 yılı civarında gerçekleşiyor.. şu anda 2012 yılındayız, ama bankalar kendilerini hala 1100 yılında hissettiklerinden, hala kendilerini tapınak şovalyesi gibi gördüklerinden bu modern bilgisayar çağında "hesap işletim ücreti" diye bir ücret alabiliyorlar.. hem de maaş müşterilerinden bu parayı alacak kadar çıldırmış durumdalar.. eşkiya'ya dönmüş durumdalar farkında değiller..

iddaa'dan üç kuruş para kazanmıştım, bu parayı bekletmeden hemen hesaba yatırmıştım.. sonra farkettim ki, bu hesap benim hiç kullanmadığım, fi tarihinde açıp "dursun" dediğim bir hesap.. bir gün sonra girdim baktim ki tam tamına 39,50 lira para kesmişler "hesap işletim ücreti" adında.. 40lira gibi bütün para da değil.. 39,50 lira ki "hesap ettik, kitabını tuttuk, hesabi işletmek bu kadar ediyor" desinler..

şimdi siz "madem kullanmıyordun o hesap niye orada duruyor" diyeceksiniz.. ne demek niye duruyor arkadaş. tamamen zahiri olarak var olan bir şeyin durmasında ne gerek var.. evrende 4-5 kblik yer kaplayan bir şeyin kime ne zarari olabilir ideal bir dünyada? hem ben niye dikkat etmeliyim ki hangi hesabi para yatirdigima? binbir şifre ile girdiğim garanti bankası şubesinde niye "dolapderedeymiş" "çinçindeymiş" ne bileyim efendim "kadifekaledeymişim" gibi her adımıma dikkat ederek ilerleyeyim ki? öyle bir erkete durumundan zevk alsam, giderim parami bir tefeciye verir "abi tut parayi aman harcama" derdim..

hemen bir hışım aradım "alo garantiyi" yarim saat içinde "alo garanti şifresi" denen olaydan geçemedim.. ortada verilmesi gereken ve hatırlanmayan bir şifre var ama nasıl alınacağı konusunda hiç bir bilgi yok.. dolandık durduk. müşteri temsilcisine ulaşsam önce bir "kurban olam bir sarılalım öpüşelim hasret giderelim" diyecektim.. ki ulaşamadim. anlatamadım meramımı..


o 39,50 lirayı garantiye yem etmeyeceğim. ben neliklerle kazanıyorum parayı arkadaş.. hoş bu noktada, o parayı balotelli'nin futbol zekası fukaralığı ile kazandım ama olsun.. para kolay kazanılmıyor.. yorumlarda bana bir şekilde yol gösterirseniz sevinirim.. maaş müşterisi olarak o hesap işletim ücretini vermeyeyim ya..

Perşembe, Haziran 07, 2012

Türk Hava Yolları ile uçmamak!

         

 Kendine münhasır bir kültür olarak, modern dünyaya ait hiç bir şeyi kendimiz icat etmemişizdir lakin, bu icatlar üzerinde en güzel icraları biz yapmışızdır.. hatta öyledir ki, türkiye vatandaşı demek kısaca "isvicre medeni kanunu'na gore dogan ve evlenen, italyan ceza yasasina gore cezalandirilan, alman ceza muhakemeleri kanununa gore yargilanan, fransiz idari hukukuna gore idare edilen ve para kazanan ve islam hukukuna gore gomulen insan" demektir..

Fransız kavramlarıyla para kazanıyoruz dedik ya, insanca haklar için de hep fransızları örnek aldık biz. Grev dediğimiz sözcük, Fransızca'dan geldi mesela..Grev sözcüğünü zamanında işsizlerin gittiği, bir nevi amele pazarı olan, ama esas şanını adaletin dağıtıldığı, halka karşı olanların idam edildiği bir meydandan almışız ;  " Place de Grève" 'den.. Fransızca "être en grève" yani grev'de olmak, hak aramak manasında kullanılmış.. ve oradan gelmiş işte türkçemize.. özünde "grev hakkı" demek "hakkını arama hakkı" anlamında kullanılmış yani.

ve bugün, insanlar hakkını arama hakkına sahip olmak için uğraşıyorlar.. "iş bırakmak", "iş yapmamak" değil onların derdi.. yarın bir gün bir hakka ihtiyacım olursa, son çare olarak "hakkımı arama hakkı" istiyorum diyorlar.. yani grev'e gitme hakkı istiyorum.. THY gibi, Manchester United'a veya Barcelona'ya milyarlarca dolar akıtıp, onlara sponsor olan bir şirketin çalışanları istiyor bunu.. O takımların "Şampiyon olma mücadelesine" tonlarca para akıtarak destek veren kuruluş, kendi işçilerinin "haklarını arama mücadelesini" o işçileri işten çıkartarak, hem de en rezil şekilde, email atarak, hem de kimisini göreve gittiği yerde new york'da, los angeles'da, astana'da işten çıkartarak karşılıyor.. reklam adı altında, gereksiz paraların akıtıldığı bir firmada, insanlık adına hiç bir şey yapılmıyor..
  

ben buradan şahsım adına söylemek istiyorum, belki katılırsınız belki katılmazsınız ama şunu bilin, THY grev hakkı istedikleri için işten attığı çalışanlarını tekrar işe alana kadar ne THY ne de ANADOLU Jet kullanmayacağım.. Haklarını arama hakkı isteyen insanların sonuna kadar yanındayim. 



thy'yi boykot

Defile Nedir?

yazının başlığı insanlara, "defile şudur" diye açıklayacağımı düşündürtmüş olabilir. bunun için en başta özür dilerim. zira ben gerçek bir soru soruyorum "nedir abi bu defile dedikleri?" yani allah için hepimiz üstümüze başımıza bir şeyler alan, deli cevat gibi dal taşak gezmeyen modern insanlarız ve kendimize öyle veya böyle üstlük alıyoruz (burada bir parantez açıp "yıl 2012 oldu hala aleminyum folyo giymiyoruz.. yazıklar olsun böyle geleceğe" demek isterim aslında.. ama bu başka bir yazının konusu) "efendim defileler o senenin modasini belirleyen şeylerdir, aman da meylerdir","arkadasim oradan kiyafet belirliyoruz" diyen insanlara cevabi aşağıda vereceğim ama başta bir çemkirmek istiyorum: bir allahın kulu da fashion tv açıp "hmm şu elbise güzelmiş gideyim de alayim o elbiseyi" demiş midir? ya da fashion tv'yi geçtim, direkt defiledekiler çıkıp da "aynısını bostanlı pazarinda 5 liraya alırsın" demekten daha öte ne demişlerdir.. ben cidden anlamıyorum. hayır defilede yürüyen kizlarin üstüne fiyat etiketi koyarsin, modelin ismini yazarsin o zaman anlarım.. ama şu haliyle "uzun uzun kamişlar ucunu tıkamışlar" kivaminda yürüyen kizlarimiz moda, sanat adına ne amaca hizmet ediyorlar ben zerre idrak edemiyorum.. dünyanın en boş beleş işidir bu defilecilik.. na buraya yazıyorum.. moda oyle defileyle falan belirlenmez arkadaşım.. efendi olsaniz siz, "stilistler ve terziler odasi" gibi bir oda kurar, dolce gabbanasi, yves saint laurent'i ne bileyim efendim, donna karani, armanisi aşağıdaki gibi toplanirsiniz.. mis gibi bir toplantı gündemi de hazırlanır: 1. Açılıs, İstiklal Marşı ve Toplantı Başkanı seçimi 2. 2012 yılı, güneş gözlüklerinin maksimum çapının belirlenmesine dair Dolce Gabbana'nin görüşü ve oylama. 3. 2012 yılı, bikinilerde Zeki Triko modellerinin ibra edilmesi 4. Denetim kurulu üyeliklerinin seçimi 5. 2013 yılı moda olacak renk oylaması ve geçen senenin rengine Kenzo'nun itirazı. 6. Adriana Lima'nın katalog çekimlerine kura usulu katılması amacıyla yönetim kuruluna kura yetkisi verilmesi 7. Kimsenin almayacağı saçma sapan erkek modasının sona erdirilmesi hakkında stilistlere ihtarname çekilmesi 8. Temenni ve kapanıs uygar bir insanlığa yakışan budur.. benim gönlümden geçen, arzuladığım sanat dünyası budur.. arz ederim..

Çarşamba, Mayıs 30, 2012

Salam & Sosis


gecenin bir köründe açıkıp tost yaptık madem, hikayesinden bahsedelim. bu salam yurt dışında insanlarin "salami" dedikleri şey değildir.. onlar ağızlarının tadını tam oturtamadiklari için bizim mis gibi sucugumuzu daha büyük yapip "salami" diyorlar.. yarin bir gün ele güne karışırsınız, pizza yerken "salami" dediginizde salamli pizza yerine sucuklu pizza gelirse moraliniz bozulmasin diye anlatiyorum bunu. ama illaki delirdiniz kudurdunuz, salam yiyecegim de salam yiyecegim diyorsunuz, yanınızda taze beyaz ekmeginiz ile izmir tulumunuzu getirmissiniz (ki bu cidden mükemmel bir kombinasyondur.. taze beyaz ekmeğin arasına ham salam ve izmir tulum) o zaman aleni olarak "genoese salami" demelisiniz.. o zaman size dananin dandik ama yenilebilir etlerinden yapilmis bir şey cikaracaklardir..

hikayesi budur salamin işte.. içinde çok dandik şeyler yoktur.. sosis mendeburunda oldugu gibi kıkırdak falan yoktur ama ne bileyim yanak vardir, paça vardır, kuyruk, çük falan vardir.. çük konusunda abartmiyorum cidden olabilir.. yani salami çiğ yerken bir zamanlar onun bir çük oldugunu düşünebilirsiniz.. hoş ben bu gerçeği anlatarak ne elde ediyorum bilemedim şimdi.. cehalet mutluluktur diyerek gitmek istiyorum.



sosis ise fallik imaji olmasi bir yana birden hayatimizdan yok olsa kendisini asla aramayacagimizi düsündügüm bir besin.. en azindan biz türkler, hot dog kültürünü pek yasayamamis bilememis, bir sekilde eline gectiginde de "1 lira daha verseydim de yarim ekmek kokoreç alsaydim" diyen bizler yasamayacaktir sosislerin yok olmasının getirdiği eksikliği..

bi kere ciddi annamda etle yapilabilecek en sikko şey.. ne kadar dandik sakatat, kikirdak, bilibip, fikibok varsa bir kazan'a dolduruluyor bir güzel birbirine kaynaşıyor bunlar. sonra hop baarsaklara dolduruluyorlar ya da modern olarak laylonlara dolduruluyorlar oluyor sana sosis.. tamamen kasaplarin özellikle alaman kasaplarin "ulan bunlari aticam ama allah günah yazmasin sonra?" demesi neticesinde ortaya cikan bir sey (batida bazi yerlerde sosise hala franfurter gibi bişi diyorlar) bunun kaliteli etlerle yapilmis versiyonu hali hazirda var.. ona da biz sucuk diyoruz (hoş afyonda kahverengi elmas deniyor ama abartmaya gerek yok bence)

velhasil sosis de sosis şeklinde zirlayan bir insan, "aman tanrım gidelim sosis alalim kilolarca alalim sosis ile beslenelim" diyen insana allah yaratti demem çakarım tokadi.. densizligin luzumu yok.. sucuk var, olmadı salam var ondan yiyin.. salam nispeten daha kaliteli.

Cuma, Mayıs 04, 2012

karpuz ihracatı

madem ki yaz yaklaşıyor, ve biz maaşlı çalışan olarak köşe dönemeyeceğiz, benim aklımdaki, fikrimdeki ticaret metodu, para kazanma yolu karpuz ihracatidir arkadaş.. adana pekin arasina 1 milyon tane cinli dizeceksin, yan yana boyle.. sonra hop hop hop diye yandakine vere vere, bir iş türküsü soylete soylete ihrac edeceksin karpuzlari.. icabinda kollara ayrilacak o yanyanalik.. hop iran, hop pakistan, hop bilmem neresi diye karpuz ihracati agi kuracaksin.. bir nevi tersine ipek yolu..
karpuzlarin yüzde 5 i yere düsse, kırılsa, calisanlara yemek olur ücret olur.. benzinin ates pahasi oldugu bu devirde nakliyata bu kadar ashane bir anadolu panteri fikri getirdigim icin babamin benimle gurur duymasini istiyorum..
şimdi birileri cikar "bir kişiye 1 dolar versen, 1 milyon dolar tutuyor cok para" diyebilir.. degil işte.. japonyada misal, karpuz feci pahali.. kilosu 20 dolara falan gelen bir meyve karpuz.. hop hop hop ativerceksin buradan.. bir kapuz atsan 20 işçiyi doyuruyorsun.. kaç karpuz amorti ediyor hatti? eeeeeee.... çok karpuz ediyor.. ama bir günde atilir bence o kadar karpuz..
ayrica tas catlasa 800-900 kilometre denmis yanlis.. 2 metre ara ile yerlestirsen cinlileri, 2 milyon kilometre ediyor.. yanlissam yanlissin deyin.. 2 milyon kilometre de dünyayi kaç kere doner? degil mi ama?
japon denizini de karpuzlari suya atarak gecmeyi planliyorum.. 32 dise birden keman caldiracak, buz gibi karpuzlar olur gidene kadar.. yap 25 dolar yap kilosunu.. hey yavrum hey..

"azuth ithalat ihracat, turizm, nakliye, insaat, perakende ltd sti" adi altinda yapmayi düsündügümüz procede zarar edecekmisiz gibi gorunuyor.. matematik iyi olmadigindan 2 milyon metrenin 2 bin kilometre oldugunu tam sey edemedik.. ama 2 bin kilometre de iyi bir rakam bence??
her neyse batana kadar cok eglenebiliriz saniyorum ben.. tarik akanli, emel sayinli pazar filmi gibi.. karpuz aglari ile ördük asyayi bir bastan!

bu arada yazarken aklima geldi: çin settinin sorun olabilir.. orada ne yapariz bilmiyorum. 10-15 metrelik duvari adamlar resmen iç üreticiyi korumak, ithalati uzaklastirmak icin yapmislar gibi.. yoksa ordulari durduracak bir duvara benzemiyor..
her neyse trombolin falan diycem ama zor o.. karpuzlar hep catlar... allahim cok caresiz kaldim... tüm ihracat fikrimiz, karpuzlarimiz cin settine carpip sekti.

Pazartesi, Nisan 30, 2012

bir mayıs sadece vasıfsız işçilerin bayramı değildir

 İşkur işçi bulamadı

2 senedir beyaz yakalı olarak çalışıyorum.. ve farkediyorum ki bu beyaz yakalılardan sadece ben kendimi işçi olarak görüyorum. diğer plaza insanlari, kendilerini üstün ırk, seçilmiş kişi, übermensch gibi görüyorlar..

 işte bu yüzden hani işci bayrami, emekcinin bayrami derken kimlerin bayrami oldugu konusunda tam bir netlik yok.. zira onların aklında nedense işci dediginde, pos biyiklari olan, kollari pazulu, ingiliz anahtarsiz evden cikmayan, dişlilerin arasina giren bir arkadas olarak düsünülüyor işci.. bugun ben bir hakim'e gidip de "işcisin sen işçi kal" desem çok büyük mesuliyet altina girmis olurum.. çünkü "işcisin sen işci kal" daki arkadasin ilalebet bir çekiçi, ne bileyim dişlisi, oraki, ingiliz anahtarı var.. sanki bir gizli anlasma varmis gibi "iş bu anlaşma ile berlin'in yarısı sovyet sosyalist cumhuriyetler birligine verilecek, karşılığında ise, dünyanin tüm işçileri tulum giyecek, ingiliz anahtari kullanacak, dişliler ile gezicek".. sanki "ulan bu ipnetörlar birleşirse fena olur.. biraz bölelim.. vasifli işcileri işçiden saymasınlar" demişler gibi..

 yani sözüm o ki işçi olmak için illa ki panterler gibi, tulumları giymeye falan gerek yok.. işçi dediğin adam bilgisayar karşısında da işçi.. işçi dediğin adam okulda çocuklara ders verirken de işçi.. işçi dediğin adam mahkeme salonunda dava hakkında karar verirken de işçi.. ama ülkemizde maşallah işçi bayrami tamamen "vasifsiz işçi bayrami"na döndürülmüş durumda.. ulan sen de işçisin işte.. memur olduğun zaman işçi sayilmayacağını mı saniyorsun? e senin de bayramin bebegim bu.. nedir bu hor görme? nedir bu "serseriler yine işimize gitmemize engel olacaklar" trivirisi? madem işine gitmene izin vermiyorlar senin, vapurlara binmene, otobüslere binmene izin vermiyorlar sen de katıl yürüyüşe yahu.. o hor gördüğün ama bir farkın olmayan işçilerle elele...

Cuma, Nisan 20, 2012

ayten alpman

nasıl üzülüyor insan, tanımadığı görmediği insanların gidişine.. hiç etrafinda olmayan bir insanın gidişi değil belki ama, anıları oluşturan insanların gidişi koyuyor.. ben varım diye söylediğin bir aşkın izi, "ister vur ister okşa ben böyleyim" dediğin bir boyun eğmemenin mücadelesi yok olup gidiyor.. ve her göçen sevdiğimiz insanla, daha bir büyüyor, daha bir yalnızlaşıyoruz.. dünya doğduğumuz yer olmaktan uzaklaşırken biz şimdi kimin şarkılarına eşlik edeceğimizi karıştırmaya başlıyoruz..

ilk kez "ben varım" ile keşfetmiştim ayten alpman'ı. atv'deki aliye'nin müziklerinde.. sonrasinda bir seksen çocuğunun "memleketim" şarkısını duymadan büyüyemeyeceği bir ülkede, o şarkının ayten alpman olduğunu keşfettim.. sonra, tek başına'da, ben böyleyim'de, neden sanki dünya'da, tanrı aşkı yarattı'da nakış gibi işledik anıları. her şarkının her satırına bir anı biriktirdik belki de.. insanın kendi harcını oluşturan insanları kaybetmesi kötü.. dediğim gibi yaşlanıyoruz, ve yalnızlaşıyoruz. tüm bu güzel şarkılar ise hatıra kalıyor işte.. ve işte o yüzden.........

Çarşamba, Nisan 11, 2012

Frida Kahlo : Kadının Dibi


fettah can'ın son derece sürrealist şarkısı "boş bardak"'ın klibini youtube'da izlerken "allahım çirkinlikten ölecek bu adam" diye içimden geçirmemdir beni frida'ya sürükleyen.. ben ki ömrüm boyunca dost meclislerinde "efendiler, bugun modern dünya frida kahlo'nun kendi çirkinliği ile barışık dünyasına bir gıdım sokulabilmiş olsa, bambaşka yerlerde olabilirdik" diyen adam değil miydim? fettah can'ın son derece modernist şarkı sözlerini o herhangi bir yerinden tutulmayacak tipiyle söylemesini niye yadırgıyordum?

frida kahlo tüm hayati boyunca tanrının kendisine hayatı zorlaştırdıklarındandır. öyle zengin kızı olarak doğmamıştır. insanlar der ya "hayat bir sınavdır" diye, frida onun en zorunu yaşamıştır.. daha çocukken çocuk felci geçirmiş ve bir ayağı topal kalmıştır.. 19 yaşındayken içinde bulunduğu tramway bir kaza geçirir ve kocaman bir demir vucudunun içine girip leğen kemiğinden dışarı çıkar.. hayatı boyunca 32 ameliyat geçirecektir frida kahlo ve 47 yaşında sakat olan ayağı kesilecektir..

yılmaz frida yaşamaya çalışır.. evlenir de diego rivera adında bi dallamayla.. "düşüncelerin çok etkileyici" diyen her entel erkek gibi aldatır sevdiğini bu dallamada.. çocuk falan da düşürür frida.. her uyandığı gün "bugun bakalım hayat bana ne gibi travmalar sunacak" diye uyanır.. http://www.artquotes.net/masters/frida-kahlo/frida-diego.jpg

bu sırada troçki sovyetlerden kovulur, önce türkiye'ye sonra da meksika'ya gelir.. orada entelektüel çevre ile "hahah mirim o öyle olur mu hiç" tarzında sohbetlerde frida'yı görür, frida zaten sosyalisttir. o sırada bir yakınlaşma falan olur..

tüm bu süreçte, frida asla modern dünyanın kadınlara direttiği "güzelleşme" trivirilarina girmez.. kaşlarını almaz, bıyıklarına ve bacaklarına dokunmaz.. frida bir kadındır.. o kendine bakmaktan başka hiç bir özelliği olmayan ivana sert'ler gibi değildir.. yüzyıllarla hatırlanacak, hayata her şekilde direnecek bir kadındır..

ve o yüzden biz burada, gecenin bir köründe kendisine neşet baba'dan bir şarkı çalıyoruz:

kaşların karasına
kurbanım arasına
ancak sen melhem olun
kalbimin yarasına


Perşembe, Nisan 05, 2012

haftanın şarkısı #86 - juanito - anma arkadas



bana kimse bu senenin bu kadar berbat geçeceğini söylemişti.. 30 seneye yaklaşan ömrümün hiç bir noktasında bu kadar yorulduğumu hatırlamıyorum.. bu yüksek lisans denilen şey gerçekten yüksekmiş ve bizim psikolojik olarak lisansımız yokmuş bu işlere.. çok yoruluyoruz.. üstüne bir de her kariyeri başındaki hergele gibi bir sürü sorumluluk ve hiç bir yetkiyle geçen iş günleri..

ama tüm bunların ötesinde bambaşka dertler.. gecenin musikisi bir erkin koray şarkısının juanito yorumu olmalı.. ve bundan sonraki günlerin de sesi hep bu şarkı olmalı.. hatta dövme falan yaptırılmalı bu şarkı.. bunlar da geçer diyerek:

bir gun geri gelecek, senden af dileyecek, sanma arkadas
yirt at gitsin resmini, unut artik ismini, anma arkadas

giden gelirmi sandin?
aldandin bosa yandin, birakip gitti seni,
nicin ismini andin?..
anma arkadas,
yanma arkadas..

Pazar, Mart 25, 2012

haftanın şarkısı 84 : lana del rey - blue jeans





küresel ısınma deyin ne derseniz deyin
eskisi gibi yağmıyor işte yağmur.
özellikle büyük kriz zamanındaki
yağmurlar geliyor aklıma.
kuruş para yoktu ama bolbol
yağmur vardı.
öyle bir gece veya bir gün
değil,
7 gün ve 7 gece
yağardi
ve memleket'in yağmur ızgaraları
bu kadar çok yağmuru emebilecek
şekilde yapılmamıştı
ve yağmur kalin
ve kararli
ve düzenli yağardı
ve damlaların çatılara çarpışını
oradan da oluk oluk
toprağa akışını duyardiniz
ve dolu,
büyük buzdan kayalar
patlayan
oraya buraya saçılan havada uçuşan;
ve yağmur
kısaca
durmazdi
ve bütün çatılar akardı -
evin her tarafına
tencereler,
kapkacaklar serilir
tip tip sesleri bütün eve yayılırdı;
ve kaplar boşaltılır,
boşaltılır
ve tekrar boşaltılırdı.
kaldırımların üstünden geçerdi yağmur,
bahçelerin içinden; ve merdivenleri tırmanıp
evlere girerdi.
el bezleri vardı, banyo havluları,
ve yağmur genelde
tuvaletlerden girerdi: köpüre köpüre, kahverengi, küçük girdaplarla
ve külüstür arabalarla dolu olurdu sokaklar
güneşli bir günde
marş basmayan arabalarla,
ve işsiz adamlar
sanki canlılarmış gibi duran o eski arabaların
can çekişmelerine bakarlardı
pencereleri önünden;
işsizler,
yenik bir zamanın yenik insanları
hapsolurdu evlerine
karıları ve çocukları
ve kedi köpekleriyle.
kediler ve köpekler
dışarı çıkmamak için diretir
evin garip garip yerlerine
pisliklerini bırakırlardı.
işsiz adamlar
bir zamanlar güzel olan karılarıyla
evde tıkılıp kalmış olmaktan
çıldırırlardı.
korkunç tartışmalar yaşanırdı
haciz ihtar mektupları
kondukça posta kutularına.
yağmur ve dolu, bezelye kutuları,
yavan ekmekler; kızarmış
yumurta, rafadan yumurta, haslanmış
yumurta; fıstık ezmesi
sandviçleri, ve her tencerede
görünmez bir tavuk.
babam, kesinlikle iyi biri olmayan babam
her yağmurda, en iyi ihtimalle,
annemi döverdi,
kendimi üzerlerine atardım,
bacaklar, dizler,
çığlıklar
ta ki
birbirlerinden
ayrılana kadar.
'geberticem seni, ' bağırırdım 'bi' kez
daha vurursan ona öldürürüm seni! '
'çabuk bu orospu çocugunu
çıkar burdan! '
'hayır, oğlum, annenin
yanında kal! '
evet, bütün evler kuşatma altındaydı
fakat sanırım bizim evdeki dehşet
ortalamanın üstündeydi.
ve geceleri
uyumaya çalıştığımızda
yağmur yağmaya devam ederdi
ve karanlıkta
suların odama girmemesi için
cesurca direnen penceremden
ayın yağmur sularıyla bulanık
görüntüsünü seyrederken
nuh'u hayal ederek
ve gemisini
tekrar oluyor galiba
diye düşünürdüm.
hepimiz düşünürdük
bunu.
ve sonra, birdenbire,
dinerdi yağmur.
galiba hep
sabaha doğru
5,6 sularında dinerdi,
huzur çökerdi her yere,
ama tam bir sessizlik değil
çünkü hala devam ederdi
tip
tip
tip
sesleri
ve sonra sis ve duman
dağılırdı
ve sabah 8'de
gözleri kamaştıran sapsarı bir güneşışığı
düşerdi yeryüzüne,
van gogh sarısı -
çılgın, kör edici!
ve ardından
sağanaktan kurtulan
çatı olukları
güneş altında
genleşmeye başlardı:
peng! peng! peng!
ve herkes kalkıp dışarı bakardı
hala yağmuru içine çeken
bahçeler
hiç bu kadar yeşil olmamış
bir yeşil içinde
ve kuşlar
bahçelerde
deli gibi cıvıldayan kuşlar,
7 gün 7 gecedir
yere konup da
adamakıllı bir şey yiyememiş
tohum yemekten
bıkmış kuşlar
solucanların
toprak üstüne çıkmasını beklerlerdi,
yarı boğulmuş solucanların.
kuşlar solucanları önce topraktan çekip
havaya kaldırır
sonra da midelerine indirirlerdi;
karatavuklar ve serçeler olurdu.
karatavuklar serçeleri uzaklaştırmaya
çalışır
ama serçeler,
açlıktan delirmiş,
daha küçük ve çabuk,
kendi paylarını
kotarırlardı.
erkekler verandada durur
sigaralarını içerlerdi,
şimdi kapı kapı dolaşıp
büyük olasılıkla hiç bir kapı ardında
bulamayacakları bir
iş arayacaklarının,
büyük olasılıkla çalışmayacak arabalarını
çalıştırmaya uğraşacaklarının
bilincinde.
ve bir zamanlar güzel olan
karıları
banyoya girer
saçlarını tarar,
makyajlarını yapar,
dünyalarını tekrar
biraraya getirmeye çalışırlardı,
onları saran korkunç mutsuzluğu
unutmaya çalışarak,
kahvaltı için
ne hazırlasam diye
telaşlanarak.
ve radyo
okulların
açıldığını söylerdi.
ve
ardından
işte ben
yine okul yolundaydım,
yollarda kocaman
su gölcükleri,
tepemde yeni bir dünya gibi
güneş,
evde annemler,
okula
zamanında vardım.
bayan ögretmen bizi
'bugün tenefüs yok,
yerler çok ıslak'
diyerek karşıladı.
çocuklar 'aof'
bağırdı bir ağızdan.
'fakat tenefüs saatinde
çok farklı birşey
yapacağız, ' dedi,
've çok zevkli
bir şey! '
hepimiz merak ettik
bu çok zevkli şeyin
ne olduğunu
ve o iki saat
bayan ogretmen
dersini anlatmaya
devam ederken
bir türlü geçmek bilmedi.
küçük kızlara baktım,
çok tatlı ve temiz ve
dikkatli görünüyorlardı,
uslu ve dik
oturuyorlarken sıralarında
ve saçları
sabah
güneşi altında
çok güzeldi.
sonra tenefüs zili çaldı
ve hepimiz eğlenceyi
beklemeye koyulduk.
ardından ögretmen sınıfa seslendi:
'şimdi ne yapacağız
biliyor musunuz, birbirimize
yağmur sağanağı sırasında
neler yaptığımızı anlatacağız!
en ön sıradan başlayıp
arka sıralara doğru devam edeceğiz!
hadi ufaklık, sen başla! ...'
ve hepimiz
hikayelerimizi
anlatmaya başladık, gözlüklü cocuk başladı
ve herkes sırayla kalkıp devam etti,
ve sonra farkettik ki
hepimiz yalanlar söylüyorduk, tamamen
yalan sayılmaz ama
çoğunlugu yalandı
ve oğlanlardan bazıları pis pis
gülmeye başladığında kızlar onlara
kötü bakışlar fırlattı ve
bayan ogretmen 'tamam! ' diye bağırdı
'tam bir sessizlik istiyorum!
siz merak etmeseniz de
ben
neler yaptığınızı
öğrenmek istiyorum! '
böylece biz de hikayelerimize
devam ettik
ve hepsi de hikayeydi.
bir kız gökkuşağı
ilk çıktığında bir ucunda
tanrı'nın yüzünü
gördügünü söyledi.
bir tek hangi ucu olduğunu söylemedi.
bir oğlan oltasını
pencereden sarkıtıp
bir balık yakalayıp
kedisini
beslediğini söyledi.
hemen hemen herkes
bir yalan uydurdu.
gerçek
fazla acı
ve utandırıcıydı.
sonra zil çaldı
ve tenefüs bitti.
'teşekkür ederim, ' dedi bayan
öğretmen, 'hepsi çok
hoştu.
yarına kadar
yerler
kurur ve
kullanılabilecek
hale gelir.'
çocuklardan bir
gürültü koptu.
küçük kızlar
dimdik ve uslu
oturuyorlardı,
çok tatlı ve
temiz ve
dikkatli,
saçları dünyanın bir daha
asla göremeyeceği bir güneşin
ışıkları altında
çok güzel
görünüyordu.
son.

Çarşamba, Mart 21, 2012

şirinler ve milli mücadele




Geçen sabah işe gitmek için hazırlanırken daha doğrusu ayılmaya çalışırken flash tvde yalçın küçük'ü aramaya başladım. Aramam neticesiz kalsa da o civarlarda bir kanalda maviş ufakliklari, şirinleri yakaladim.. ulen ne delicesine severdim şirinleri eskiden.. trt gap izleyip "ari kovanlarini 20 metre araliklarla..." muhabbetlerinin arasındaki skeçlerde "koyumuzun yolunu imece usulu yaptik" primitif bir sosyalizm hayranligi ile yaşarken şirinler vaha gibi gelirdi..

ama şimdi büyük adam akliyla düşününce şuna kanaat getirdim ki bu sirinlerin cümlesinin işleri gücleri degersizdir.. tamamen bir "zeroes" durumu.. "merakli","tembel","süslü" tamam şirin de, senin gargamel'e karşı haklı mucadelende sirinlige ihtiyacin yok ki arkadas! senin "keskin nişanci şirin"'e ne bileyim efendim "mayın döşeyici şirin","bubi tuzagi sirin" e falan ihtiyacin var.. o gargamel denilen, doyumsuz ibine (ki kendisi istese bin tane, milyon tane daha şirin yapabilir) eni konu "gözlüklü şirin" in içlerinde bulundugu, tamamen bi boka yaramayan yeteneklere sahip 100 biemedin 200 tane "şirin" e yeniliyor..

yapmayin allaskina! buna benim diyen insan güler..

hayir düsünsenize, milli mücadeleyi yapiyoruz boyle.. karşıda gargamel timsali "trikopis" olsun, bizim ordu da "şakacı ismet","somurtgan fevzi","hayalci mustafa","obur refet","uykucu rauf" dan olussun.. allaskina akil var mantik var, kim kazanır? zilyon tane bölüm, şu dandini şirinleri kedisiyle beraber gargamel'e karşı zafere koşturuyorsun be arkadas.. yuh! yaziklar olsun yemin ediyorum. bunlari izledik biz..

(somurtgan fevzi)

Böyle milli mucadele yapilmaz arkadaş, böyle yenilmez emperyalist gargamel.. Ha tabi yarının nesilleri memleti namusait vaziyette bulduklarinda somurganlik yapacaklar, süslenecek, şaka yapacaklar.. böyle böyle giriorlar bilinç altına..

Salı, Mart 20, 2012

bir zamanlar tanıdığım biri




dünyanın en güzel şarkısı.. net..

arada sırada bana kazık attığın zamanları düşünüyorum
nasıl da her seferinde kendimi sorumlu hissettirmiştin
ama ben bu şekilde yaşamak istemiyorum
her söylediğin lafın altında anlamlar arayarak
vazgeçebileceğini söylemiştin
hani sadece bir zamanlar tanıdığın birisine takılıp kaldığını görmeyecektim

ama beni böyle kesip atmak zorunda değildin
hiçbir şey olmamış gibi davranmamalıydın
sanki hiç olmamışız gibi
üstelik aşkına ihtiyacım bile yok
ama bana yabancı gibi davranıyorsun
bu da zoruma gidiyor
bu kadar alçalmak zorunda değildin
arkadaşlarını gönderip plaklarını aldırdın
üstüne de numaranı değiştirdin
bütün bunlara hiç gerek yoktu
artık sadece bir zamanlar tanıdığım birisisin

Pazar, Mart 18, 2012

gezi yazısı

acaip özeniyorum gezi yazılarina.. ben de isterdim bi blog açayim orada sandaletli seyyah gibi şuralara gittik, buralarda kaldık, şunları yedik diyeyim.. ama işte türlü nedenlerden dolayı gidemiyoruz bir taraflara.. hoş gezmek bana göre olan bir şey değil ama orası ayrı. ama yine de gezi yazısı yazmaya çok öykündüm arkadaş.. ben de gittiğim, gezdiğim nacizane yerlerden birini yazayım istedim..

haftanın şarkısı 83 : nükhet duru - sevda





yil 1985 veya 1986dir.. baris manco 7 den 77 ye herkesi pazar sabahlari televizyonun karsisina oturur. boyoz kokar baris manco'nun sesi bir izmirliye.. sonra aksam olunca, adile nasit yatirirdi bizi kuzucuklarim diye.. bir gün uur demisti de dünyalar benim olmustu gereksiz bir sekilde.. yil baslarinda zeki müren'in sesiyle mutlu olurduk.. 80'lerde vakit cok sacma bir sekilde akiyordu. ya da bize cok ama cok büyülü geliyordu. işte o günlerde bir film cikmisti.. bas rollerinde ahu tugba ve tarik tarcan.. büyük adada mi geciyordu film, yoksa ayvalikta mi bilmiyorum..(büyük adada geciyormus, az evvel baktım da.. faytoncuymus hatta tarik tarcan) ama tarik filmin basindan sonuna kadar ahu'ya nükhet duru'nun sesinden soyle diyordu:

saclarin alev gibi
gozlerin ruya gibi
guzelsin hayallerle suslenen cennet gibi

tarik tarcan günes batarken siluetini gosterip, arkada bu sarkiyi bize dinlettigi zaman, yani o zamanlar hayrani oldugumuz herkes yasiyordu.. cem karaca türkiyeye donmus muydu bilinmez ama attila ilhan şiir yazmaya devam ediyordu.. cemal süreya vardi en harbici yeni rakinin dibinde.. safiye ayla'nin tipi ile dalga gecilirdi de asla sesi ile dalga gecemezdi kimse.. hikmet simsek pazar sabahlari klasik müzik ogretirken bize, sabri bey sabri bey olmadan evvel, mehmet akan adiyla teyzem filminde oynuordu..

insan hayran oldugu insanlari birer birer özlüyor.. elinde degil.. sonra durup düsünüyor da :

ne kadar istesem de
ne kadar yok desem de
hayalin dunku gibi dolasir yuregimde

diyveriyor bi kenarda.. sonra birden tüm bu yitirip gittigi, bir kez bile tanisamadan yokolan insanlara üzülmeyi birakiyor.. cünkü aci daha somutlasiyor.. daha yakina geliyor.. acinin yüzü beliriyor.. biyigiyla, kasiyla, gozuyle gülüsüyle baba oluyor birden.. soktugumun hayati bir sekilde devam ediyor.. kimse 5 yasinda kalir misin diye sormuyor.. tanju artik gol atmiyor, ugur futbolcu güzeli secilmiyor.. cimbom diye bagirip babanin kucagina ziplanmiyor.. gozlerden goz yaslari süzülüyor birer birer.. ama nükhet sarkiya devam ediyor:

sevda sevda
unut onu dinsin gonlumde firtina
sevda sevda
degmez ona aglamaya

nasil degmez ya? neye deger ki o zaman aglamaya?


nikhet duru - sevda

Cumartesi, Mart 17, 2012

gelin güvey


olur da bir gün benim tüm geçimsizliğime, çocukluğuma, annemin babamın aynı tavirlarina katlandığı gibi katlanacak kadar beni seven birisi çıkar, sonra pat diye alırsa beni diye, ve bir şekilde bu blogu da okursa, ben muhtemelen "onun" hayalindaki düğünü yapacağım için bunu söyleyemem ama bilinsin ki, ben resimdeki gibi bir damat olmak istiorum.. (cümlenin uzunluğu yüzünden özür dilerim.. şöyle özetlemek isterim.. 1. geçimsizim.. 2. annemin babama davrandığı gibi davranacak birisi ariorum 3. bana katlanacak kadar beni sevecek olan daha doğrusu 4. kizin hayalindeki düğün esas olandır 5. kendi isteklerimi gerekirse söylemem bile)

bir de aşağıdaki gibi bir silindir şapkayla olayıbitiririz..

karı gibi düğün kiyafeti gösterdiğime de inanamiyorum bu arada..