Çarşamba, Nisan 07, 2010

düğün pastaları hariç her şey değişir


heraklitos ünlü "her şey akar" lafını söylemeden evvel, bir iki düğüne gitseydi o lafının yanında "düğün pastalarını tenzil ederim ama her şey akar" diyebilirdi.. zira ben 5 yaşında ne tarz bir pasta yediysem, bugun hala aynı iğrenç kremalı, keki için nano teknoloji mühendislerinin uğraş verdiği bir şey yiyorum.. ben küçükken babam "buyur benimkini de sen ye" diyip benim gönlümü kazanıyordu ama şimdi şimdi anliyorum da "ben yemem bunu, vereyim de yesin subyan, hem havam olur" diyormuş.. bravo baba, cakallığından dolayı kutluyorum seni..

ne kadar elit olduğunuzu bilmiyorum ama, illa ki içinizde gündüzleri kahve olan, akşamlari "düğün sarayı"na çevrilen bir yerde düğüne gitmiş, etrafta anlamsızca koşmuş, sonrasinda yere düşünce dayak yemiş, ve o gürültü içinde hapsedildiği masanın üzerinde uyuyan bir insan olacaktır.. onların zaten ağızlarına o pastanın iğrenç tadı, akıllarına pasta dilimini kagitta yemenin izdirabi gelmiştir.. onlara diyecek sözüm yok.. benim sözüm, yemekli düğünlerden başka düğünlere gitmemiş, zengin muhitlerin, air jordan giyip sokağa çıkan insanlarına.. size pastayı tarif edeyim ben:

normal bir pastada kek üzerine krema olur ya, burada kek diye sunulan şey karbon atomları, hiç olmadı un molekülleri.. onu bir güzel seriyorlar tepsinin altına, üstüne de biraz krema döküyorlar.. o biraz krema'nin üzerine yine krema döküp pastayı hazirliyorlar.. sonra da damat, veya sünnet çocuğu pastayi kesmeye meylettiğinde "aa bıçak kesmiyor" diyip para tirtiklamaya calisiyorlar.. ulen nesini kesmeyecek? sırf krema pasta işte.. şöyle sert baksak, musa'nın kizildenizi ayirmasi gibi ayiracagiz pastayi.. yetenekliysek direk dilim dilim "buyrun burdan servis edin" moduna sokacak bakislari bile atabilecekken nesine "kesmiyor bu bıcak pastayı" dersiniz ki? insanda biraz haysiyet olacak.. ama işte biz burada yazıyor ya böyle haysiyet olacak falan diye, o düğün esnasinda şöyle tepki vermekten öteye bir şey sergileyemiyoruz:

"eki eki nasıl olur kesmez, buyur 10 lira belki bu kesmesine yardimci olabilir"

ah be..


http://www.yurthaber.com/images/other/salihlide,-refika-yunus-ciftine-gorkemli-dugun-02.jpg
(ne o bıçak kesmedi mi bilader? oysa ki sapı aleminyum folyoya sarilik olarak ultra mega bir bıçak olmuştu nasıl kesmez??)

bu pastayı böyle garip tekerlekli bir masada sunarlar.. düğünün başından beri ortada bir kez bile görünmeyen 2 tane garson, bir tanesi yardı domalır vaziyette o tekerlekli masayı çerken, diğeri "aman pasta düşmesin" endişesi ile öteki taraftan iktirir.. bu iktiren eleman aynı zamanda "kesmiyor bu" diyecek elemandır.. tüm o beyaz gömlek, papyon icat edildikleri yıldan günümüze geçen sürede daha eğreti başka hiç bir yerde durmamışlardır, bu düğün salonu garsonlarının üzerinde durduğu kadar.. ama en korkuncu, milletin şıngır mıngır kiyafetleri içinde acaip sırıtan, günlük kiyafetler ile dolaşıp mikrofonu ele geçiren salon sahibidir "ve gelin ve damata bir alkış pastayı kesiyorlar!" diye bağırır.. bu da hani tuvalette olan vardır, ne bileyim efendim dışarıya sigara içmeye çıkmış olan vardır, duyan gelsin mahiyetinde bir çabadır.. ama dediğim gibi, korkutucu bir abidir.. oraya ait değildir.. etrafta koşarken ayagina takilsan, seni dövmemek için tek bir nedeni bile yoktur..

sonra işte o kesim merasimi olunca, aynı şekilde götün götün pasta mutfak'a götürülür.. orada pasta ile birlikte garson çocuklar da bölünerek çoğalır.. düğünün başka hiç bir zamanında, hiç bir anında bir daha olmayacak, uzay zaman düzleminde aniden belirmiş gibi duran (eğreti papyonlu ve gömlekli) garsonlar teyzelerin, eniştelerin arasında pastaları sunarlar.. etrafta koşup pastalardan almaya çalışan cocuklara küfür eder, iki tane pasta isteyenlere "valla sayılı, çok yok" diye palavra atar, "kaç kişisiniz siz, o teyze iki kişi mi tek kişi mi?" diye yer yer tespitler yaparlar ve sonra gürültünün içinde kaybolup giderler..

arkalarından, bitlendiği için saçları kazıtılmış çocukların, kardeşlerine pastayı vermeyip hepsini kendileri yedikleri ve ipne kardeşleri tarafindan ispiyonlandıkları için yedikleri dayakların sesi gelir.. git gide azalarak..

Pazar, Nisan 04, 2010

Olsa da yesek #1 Pizza Pizza - Margarita


Böyle bir bölüm açayım dedim. Her hafta pazar günleri, yemek sepeti'nden görüp de "neymiş ki bu" diyebildiğiniz yemekler hakkında bilgi vereyim, -en azından benim tattıklarım hakkında- vedat milor'e rakip olayım istedim..

ilk yemeğimiz de margarita pizza olsun.. tam sabah kahvaltilik, sadece peynir domates ve hamurdan oluşan bir ürün bu. resimde görülenin aksine "pizza pizza" her dilime tek domates düşecek şekilde yapiyor bunu. yemek sepeti'ndeki fiyati small 7.5 lira olarak belirlenmiş ama, "siz bununla doymazsiniz yanında bir tane daha verelim" denilerek 2 small pizzayi 7.5 liraya kaktırıyorlar..

dediğim gibi, duble peynir (mozarella) domatesle birleşince (ki pizza içinde olmadıklarında da mükemmel bir ikilidirler) harika bir şey oluyor. özellikle ekmek arasına, peynir domat koyan, kumru diye bir şeyi afiyetle yiyebilen bir memlekette sabah kahvaltılarında mükemmel gidiyor..

dominos pizza'da bir muadili yok benim gördüğüm.. little ceaser'da olabilir.. popeye's ve pizza hut'da var zira..

Cumartesi, Nisan 03, 2010

Haftanın şarkısı #42, #43 ve #44

Dizilerle ilk tanışmam "Kartallar yüksek uçar" ile oldu. Dallas'ı falan hiç hatırlamazken, Karabulut holding'in macerası kulağıma bir şekilde çalınmıştı. Sadri Alışık'ın Selda Alkor'un maceraları annemle beraber götürüldüğüm, ve inanılmaz bir şekilde laf dinlediğim günlerde esas konulardan biriydi..

Sonrasında pazar akşamları banyodan hemen önce izlenen Bizimkiler dizisi geldi.. Bizimkileri izlemesem ölmezdim, hatta izlemiyordum da, o sırada halının üzerinde resim ödevini yetiştirmeye çalışıyor oluyordum..

Esas dizi izlemeye başlamam "Super Baba" ile oldu. Garip bir şekilde her cuma iple çekiyordum Fiko'nun iç hesaplaşmalarını, alim'in ergenlik triplerini, uyuz İpek'i, dede'yi falanı filanı.. Merak ediyorum şimdi diziyi izlerken babam ne düşünüyordu acaba? Zira dizideki baba benim babamın yanında değil süper alenen tırttı.. Hastaneye yattığım bir dönemde, videoya kasete çekmişti diziyi mesela, sanmıyorum dizideki fiko yapsın bunu. Ayrıca babam'ın hiç iç bunalımı olmadı, onda mıyım bunda mıyım diye dert etmedi, en yakın arkadaşıyla, abisiyle yumruklaşmadı hiç.




Sonrasında ali haydar usta geldi.. öss döneminin bu kadar boktan geçmesinin nedenidir kendisi.. türkan şorayla olan hadisesi, yok efendim onun cocugunu kurtar, ev sahibi ile uğraş, hasımlarla uğraş, babayla uğraş derken bitiverdi o dizi de..

Lost'u hiç bir zaman kana kana sevmedim.. Benim ilk kez bir dizi'de kendimi bulmam "House'a" denk gelir. Her şeyiyle bendi işte adam. Huysuz, hasta, komik, kibirli, baston kullanan.. Şimdi bile hala yoksunluğunu çekiyorum izlemediğimde. İlk kez bir diziye bu kadar bağlandım sanırım..



Şimdilerde deli gibi takip ettiğim iki dizi var ama Fringe ve Supernatural. Fringe'i ilk bölümünden beri takip ederken, Supernatural son 2 ayda izlemeye başladığım ve manyakça sevdiğim bir dizi oldu. Benim gibi teoloji hayranı birini, diziden sonra oturtup saatlerce o dizideki mevzu hakkında (bölümdeki melek, canavar, şehir, kadın) internet kurcalattiriyorsan güzelsindir işte arkadaş..



Velhasıl 3 diziden 3 şarkı yaptım size bu hafta.. Geçmişte şarkı sunmadığım haftalara sayın.. İlki yeni türkü'den, ikincisi solomon burke'den, üçüncüsü de kansas'dan.. keyifli dinlemeler.

Cuma, Nisan 02, 2010

ben ölürsem, akşam üstü zombi olarak geri gelirim

Bir kaç gündür bir şeyler yazmaya çalışıyorum ama konuyu kafamda toparlayamadım. Pat diye şunu diyeyim ama, doğduğum günden yaklaşık 15 yaşıma kadar alt komşum olan, çocukluğumu resmen evinde geçirdiğim, elinde büyüdüğüm, dedem olmadığı için alenen dede bildiğim insanı kaybettim..
15 yaşımdayken salak bir olaydan dolayı (evlerini su basmıştı ve biz çatıyı düzeltirken evlerine su basmasını sağlayacak düzenlemeler yaptığımızı söylemişlerdi) taşınmışlardı buralardan, o yüzden kendimi bildiğim zamanlarda, anılarımın yeşerdiği anlarda pek etkisi yok ali amca'nın. Ama işte gittiğinde bir garip oldum. Çocukluğuma ait bir şeyleri daha kaybetmek, çok çok çaresiz kalınca geriye dönebilme lüksünü yitirmek garip bir şey.

Böyle Barış Manço'nun geçmişe dair hüzünü bende de var diyip geçiştirmeye çalışıyorum. O başkalarına dandik gelen.. Bakın işte yazımın tıkandığı yer burası. Buradan sonra anlatacak bir şeyim kalmıyor. Ali Amca evet çocukluğumun kahramanlarından bir tanesi, evet her daim inanılmaz güldüğüm adam, ama ölünce kalbimin parçalanmadığı, yoksunluk hissiyle yanmadığım birisi. Dediğim gibi kendimi bildiğimde, pek karşılaşmadık Ali amcayla. Hangi şarkıları sever, ne yer, ne içer, futboldan hoşlanır mı, hangi dizileri izler, "dizim başlıyor evime gideyim" der mi bilmiyorum. Benim hatırladığım Ali amca'nın süper huysuz olduğu, ama benim 5-6 yaşında dayak yediğim zaman ya da canım sıkıldığında 4. katta tıpış tıpış "ben geldim" diye evine gitmem, "uğurum aç mısın" diyip bana omlet yapışları, beni çok sevmesinin yanında babam gelince "alın piçinizi burdan" demeleri, çay ocağına uğradığımızda annemle direk bana gazoz açması, falanı filanı.. O yüzden mezara girdiğinde, o adamın üstüne tahtalar konup, garip hasırdan şey örtüldüğünde gözlerimin dolduğu birisi.. Nur içinde yatsın..

Ha bu arada vasiyetim olsun, eğer dini bir zorunluluğu yoksa ben o tahtaları ve hasır'ı istemiyorum.. Bilmeyenler görmeyenler için söyleyeyim, insanı toprağa koyduktan sonra, kabrin genişliğinin iki katı uzunlugunda tahtalar capraz olarak konuyor naaşın üstüne.. onun üstüne de hasır gibi bir şey örtülüyor.. Hani hesapta ilerde zombi olursa çıkmasın, olduğu yerde eşelensin.. İşte bu yüzden istemiyorum ben o hasırları. Zombi olmak istiyorum. Ölümsüzlüğe yapıtlarımla değil bizzat ölmeyerek ulaşmak istiyorum. İslam kolaylık diniyse, mezarlardan çıkmamız da kolay olmalı! O yüzden mesela beni 2 metre aşağıya değil de 30 santim aşağıya falan gömün.. Saçmalık olmasın. O kadar aşağıdan nasıl yukarı çıkabilirim?