Cumartesi, Kasım 27, 2010

Anayaso




"bu şarkı; doğu anadolu'nun daha da doğusunda hakkari dolaylarında, kış aylarında zap suyu adı verilen üstü köprüsüz deli dolu akar bir çayı geçerek hasta bebeklerini doktora ulaştırmak isteyen ve ceplerinde türkiye cumhuriyeti nüfus kağıdını taşıyan insanların, çocuklarını boz bulanık zap suyunun çağıltıları içinde yitirmenin öyküsüdür."

plağın kartonunda bunları yazmış zamanında moğollar.. şimdi anadilde eğitim konusunda, "okul andı" tartışan biz beyaz türklerin bilmedikleri, hatırlamadıkları şeyleri tekrar bildirmek hatırlatmak gerek, dil bilmediği için, yol bilmediği için, varlığını türk varlığına anlatamadığı için, derdini doktora, hakime, hükümete anlatamayan nice insanın mezar taşı duruyor doğuda.. "anadilde eğitim gelirse ülke bölünür" diyenler "andımız okunmazsa çocuklarımız anarşist olur" diyenler vicdanlarını koydukları yerden geri almalılar..

Pazar, Kasım 21, 2010

haftanın şarkısı #60 sean connery - all my life






üniversiteye girişimin 3. senesiydi ki iğrenç bir adam olmuştum. üniversite hakkında tespitler yapıyordum okulun girişinde elimde sigara. hume, hegel veya ne bileyim efendim j. j. rousseau kendi görüşlerini dünya üzerindeki tespitlerini bu şekil yapsalar apayrı bir fikir hayati sürebilirdik muhtemelen:

"her şey bir tezden (sigaradan bir nefes) ve antitezden oluşmuştur.. (çaydan bir yudum) bu ikisinin birleşemesi sentezi oluşturur anlatabiliyor muyum. vay vay vay vay eteğe bak abi şunun.. ama vardır tokmakcısı ya.. bize yedirirler mi olm.. neyse ne diyordum sentez!"

bu şekil.. hoş şimdi düşündüğümde bu fikir adamlarının aksini yaptığı konusunda bir kanıt da yok elimizde fakat bu bambaşka bir konu.

işte o günlerde ilk haftalarda okula ilkkez gelen çocukları seyirtir ve acemiliklerinde kendimi bulurdum. kendi yanışlarıma bakar, sevdamın hasretini onların sıla özleminde yaşardım. yersiz yurtsuzluğun, bir yere benim diyememenin huzursuzluğunu hisseder, sonunda babam olurdum, sonunda anam olurdum! (bu son cümle, eskaza bloguma düşmüş güzel ve şiir sever kızlar içindi. el felan sallıyorum!)

ama anlayamadığım bir nokta olurdu 3 hafta içinde bu adamlar inanilmaz bir şekilde yeni arkadaşlarıyla kaynaşırlardı. ulen 3 haftada ben daha "saat kaç bilader" ayarına gelemezken yeni tanıştığım biriyle adamlar direkt karı kız muhabbetine girebiliyorlardı.

hayat bana yeni insanlarla tanışıp arkadaş olma gereği doğurmadı hiç bir zaman. o yüzden de alışık değilim bu duruşa. pat arkadas olayim, hop beraber içmeye gidelim yapamadım hiç bir zaman. 11 yaşında arkadaş olduğum çocuk bu bayramda yine yanımdaydı işte..

ama insanların kimyası elementlere benziyor biraz. insanlar büyüdükçe ısınan elementler gibi daha kıpır kıpır oluyorlar ve birbirlerinden uzaklaşıyorlar. kimisi amerikaya gidiyor, kimisi kanadaya, hiç olmadı istanbula gidiyor diğeri.. 7 seneni dipdibe geçirdiğin ve 15 senedir her şeyini anlatabildiğin adam tamamen kimyasal bir şekilde ancak bayramlarda senede bir olabiliyor yanında.. ve sen hepsini apayrı sevsen de, hepsi için canını verebilecek olsan da, "yalnız izmirliler ve ağaçlar doğdukları yerde ölürler" lafımın hakkını vererek burada bekliyorsun onları. izmirin neredeyse her köşesinde anın olan adamlarla gidip yeni bir yerde daha anı yapıyorsun (asansor güzel yermiş)

hayat beni yeni insanlarla çabuk tanışan, kaynaşan birisi yapmamış olabilir ama mükemmel dostlar, kardeşler verdi, bunun için de teşekkürler (bu kısmını da mercedes sosa bilen alternatif kızlar için söyledim.. merhaba!)

Perşembe, Kasım 18, 2010

takatim yok




10 sene olmus bu sarki cikali, simdi neredeyiz sarki ciktiginda neredeydik diye soruyor insan kendisine.. o lise siralarinda vakitler geçmezken anlamamistik belki hayatlarin nasil geçtiğini, ancak arkadaslar dagildiginda, samimi gülücükler azaldiginda, babamiz kalp krizi geçirdiğinde anlamaya başladık her şeyi..

her geçen insan yeni bir yara açtı kalpte ve her geçen gün o yaraları saracak insanların sayısı azaldi, işte sigara molalarinda konuştuğun adamlar asla yerini tutamadı dersin ortasında kafana buruşturulmuş kağıt atan serserlerinin yerini, ve hiç bir kadının elinin sıcaklığı olmadı "onun" elinin sıcaklığı kadar.. attila ilhan'ın şiirlerindeki pia'yı tanıdık da, en yalnız içilen rakının mezesi oldu anılarımız ve doğduk her bir yeni yılda yeniden, ama hiç bir zaman babamız kadar büyümedik.. kaç kadını aradık sarhoş olduğumuzda, dahası kaçından gelen cevap bizi mutlu etti ki?

hayat bir bir geçerken, aslında geçen bi bok olmadığını, sadece özlemlerin arttığını keşfettiğimizde utandık kendimizden hala mutluluk istediğimizde.. babamızı özlerken bilmem kaç dudağın orospusu bardaklardaki alkolu yudumlarken farkettik ki bildiğimiz tüm hayatlar, asla gerçekleşmeyen hayallerle, asla gerçekleşmeyen ebedilikle dolu..

bugun benim doğum günüm, hem sarhoşum hem özlüyorum.

Pazar, Kasım 14, 2010

Vampir vampir dedikleri, iki diş bir deri!

bugun ki şarkı jace everett die bir şantöre ait.. "true blood" diye siradan vampirli bir dizi olmasa sarkidan haberimiz olmayacakti tabi. şarkı dışında dizi ilk 2 bölümünde sarmadı beni. bir bölüm daha şans verip kendisini yayindan almayı düşünüyorum..

yahu ne kadar vampir kulliyati varsa, yani bram stoker'in drakulasından, vampirle görüşmeye, blade'den, true blood a paso bir sikiş ve sokuş ortamı vardır.. boyna ama! orada sag duyulu birisi cikip "arkadaslar hiç oluyor mu? ölü diriyi siker mi?" demiyor ben ona üzülüyorum.. bu terakkiperver vampir cemiyetinin kendileri ölü olsalar da, nefes almiyor olsalar da kuşları ölü değil arkadaş.. uçanı kaçanı götürürler, hatta sırf bu uğurda romanya gibi cennet vatanı bırakıp londra'ya gelip "burda kızlar kendileri teklif ediyormuş???" diyen vampirler bile vardır..

bu yüzden ben samimi bulmuyorum vampir konseptini. zira ölü olsam aklım fikrim fuhuşta olmazdı benim. hadi diyelim 100 sene seviştin ettin, eh bilader insan bıkar yahu. çok afedersin icabında elizabethlerin kralını götürmüşsün, sinema cikmis, ilk sinema yildizina hallenmişsin hala ve hala karı kız peşinde, liseli etegi peşinde koşmassın yahu. ölüysen ölülüğünü bilirsin.. misal zombileri bu konuda takdir ediyorum ben.. adamlar direk ölü amaçlari belli, duruşları belli "selamun aleyküm, beyin varsa yiyelim, beyin yoksa kaçalım" modundalar.. oyle vampir gibi terbiyesizlikte, fuhuşunda degiller..

hayir bir tane mi libidosu düşük vampir olmaz arkadaş! bir tane mi "yok hafiz abdestim var benim hiç girmeyeyim" diyen vampir olmaz.. yazik vallahi.. cok yazik!

oysa bak canım zombiler hiç öyle değiller.. işinde gücünde adam. karnı aç rızkının peşinde.. öyle aman şununla sevişeyim, bunda fenerleri söndüreyim yok. nasibinin peşinde koşan adam benim her zaman takdirimi kazanır arkadaş!

Zombiler ölmez!!

Cuma, Kasım 12, 2010

Trompet

Trompet

alem ilk maaşıyla elektronige yonelik iphone gibi ürünlere dadanirken, ssk primimin yattiği ilk ay deli cesaretiyle gittim aldım bu sarı ekipmandan.. serde bulunan çingenelik bir yana, nihayetinde tribun bandolarına özenen bir futbol severdim ben. hayallerimde bu sazı üfleyip taraftarı çoşturan,takımı en bedbaht anında ateşleyen bir adam olacaktım. şu amerikan beyzbol filmlerinde maçı kazandıran elamanı omuzlarıa aldıkları gibi alacaklardı beni omuzlarına "yaşa varol sen trompetçi" diyeceklerdi..

fakat 3 hafta geçmesine rağmen bu ekipmanı bırak dogru düzgün calmayi, daha dogru düzgün üfleyemedim bile. zira antreman yapmak için dayali döşeli 3 oda bir salon aile evleri kendisine hiç uygun değil.. daha önce bas gitar çalan biri olarak bas gitar çalışmak ne kadar kolaydı oysa.. bom bom caliyordun amfiye bağlamadan, kimsenin ruhu bile duymuyordu.. fakat aliyorsun bunu dudaklarının önüne "booom" diye çok afedersiniz çocuk gibi agzınızdan osuruk sesi cikartiyorsunuz ve tüm mahale ve komsu muhtarliklar inliyor bunun sesiyle.

sanirim o noktada bu aygıtın dügmesiz olanının niçin savaşlarda hucum marşı çalmak için kullanıldığını anladım. zira susturamiyorsun. alçak üfleyeyim aman kaynananm uyanmasın diyemiyorsun. çalışacaksan bangır bangır çalışacaksin.

internetten falan bakindin susturucu denen nesneler var. ama onlar da 90dolar arti kdv gibi bir fiyata "trompetini çalan kucagimiza oturur" edasinda satılmakta.. hayir benim aygit 300 dolar mi ne arkadaş, ücte birini senin susturucuna "ben çalamadım sen sustur" diye vermek, araba alıp 3 te bir fiyatına yan koltuğa oturtacak kız almaya benziyor (hoş yengeye yapılan yatirimlar toplandığında eş değer bir mebla çıkıyor ya neyse)

tüm o trompet ustalarının inanılmaz anlayışlı komşularının olduğunu düşünüyorum bu yüzden.. miles davis, herbie hitchcock falan bana cikip "tüm basarimi eşime aileme borçluyum" demesin.. siz tüm başarınızı albay emeklisi feridun beye, genç yaşında dul kalmış naimeye, kapıcı ihsana, tapu kadastroda memur fikret bey ve ailesine borçlusunuz.. bana laf anlatmayın..

velhasıl yine de her şeyiyle güzel bir enstruman. sesini kisma tuşu olsa daha güzel olacak ama şu haliyle şöyle yanık bir şekilde "artık sevmeyeceğim bütün kabahat benim" diye öttürebiliyorsun ya, ya da o günler gelecek ya bana yeter.. (ayrica duvarla alet arasina bir yastik koyarak gayet sesini kısabiliyorsun.. ama cok randimanli değil tabi)

Perşembe, Kasım 11, 2010

pardesü

yaptigim arastirmalara göre bunun komser kolombo misali giyilenlerine perdösü, yasli teyzelerin giydiklerine de pardesü diyorlar.. zira "pardesü dünyasi" gibi yerler var internette ve bunlar sonra 50 yilin moda rengi olan "deve tüyü" renginde pardesüler satmaktalar..

mesrutiyet zamanında dilimize ve yasantimiza girmis bir kiyafettir pardesüler.. "par plusieurs"(yagmur için) kelimesinin dönemin jacobenleri tarafindan söylene söyene pardesü haline gelmiştir..(en nihayetinde bu ülke 30 senelik portif soforleri tarafindan işletilir) o donemlerde "redingot" daha cok tutulmuş olsa da zamanla özellikle 30lardan sonra pardösü almiş başını gitmiştir..

işte o aralarda nedense yaşlı teyzeler "pardesü" giymeye baslamislar cesitli ortamlarda kendilerine apayri kamuflaj yaratmislardir.. yani mesela bir hastaneye gittiginizde pardesü giymesseniz kimse sizi ciddiye almaz.. üstünüze falan oturabilirler. zira onun ekosisteminde pardesü kraldir..

genelde soluk pastel renkleri mevcuttur. acik griler erkekler veyahut modern kadinlar tarafindan tercih edilse de yasli teyzeler "deve tüyü","zeytin yeşili","soguktan donmus kibritci kiz parmagi moru", "iç organ bordosu" gibi renkler her dönem revactadir.. cok cok marjinalseniz, ne bileyim efendim indie kültürü ile beslenmis trip hop muzikler ile yasliliginiz gecistiren bir postmodernistseniz "goblin pembesi" ve "leylak moru" gibi renkler giyebilirsiniz ama gerek hastanelerde gerekse dügünlerde pek hos karsilanmayacaginizi ben simdiden size soyleyeyim..

Pazar, Kasım 07, 2010

babası ise tıp eğitimi almasını istiyordu

şimdi yavaş yavaş bir meslek sahibi oluyoruz, kariyerimiz bir şekilde yönleniyor ya, açık söyleyeyim bundan 1 sene evvel böyle bir fikir yoktu kafamda.. dahası üniversitede bile başka bir şey okumak istemiştim bu denk geldi.. ama sanırım 72 düvel de durum böyle. insanlar planlarını değil, planlarına en yakın olanı gerçekliğe bürüyorlar.. bu "babası ise onun x eğitimi almasını istiyordu" kalıbı da böyle..

bu mevzu açıkcası kitap kapaklarından fazla, kitabın tümünden az biyografilerde kullanılan klişe repliklerden bir tanesi.. illa ki ünlü birilerinin babası oğullarının/kızlarının saçma sapan bir eğitim almasını isterler.. mesela benim cilgin bi babam olduğu için ilerde muhtemelen şöyle yazilacaktir:

"tavernaların prensi azuth daha sonra avusturyada müzik eğitimi almaya gitti. babasi ise onun astronotluk egitimi almasını istiyordu"

boyle sacma bir sey soz konusu.. yani allaskina mesela voltaire'in babası hukuk egitimi almasini istemis.. nereden ogrenirler ki bunlari sasiyorum.

-"bay voltaire oglunuz ünlü bir yazar, sizden neler ögrendi neler yapti aciklar misiniz paris postasi mikrofonlarina.."
+ valla oğlumdur diye demiyorum ama çok süper çok mükemmel bir cocuktur. ama yukarda allah var ben hep istedim ki hukuk egitimi alsin. simdi devrim falan olunca bissuru hukuk işi cikti "efendim haksiz yere öldürüldü bizim akraba" diye dava aciyorlar ediyor. ben dedim bulur rizkini, torunlar yapar bize. yapmadi eşoleşşek. babası hariç (gülüşmeler). gitti edebiyatta yükseldi. rabbime çok şükür olsun ki iyi para kazaniyor simdi. gecen sene sayesinde hacca gittik. allah bir kere degil bin kere razi olsun (müslüman olsa voltaire in babasi cok acaip olurdu bence)

benim babam ne eğitimi almamı istiyordu acaba.. kesin kozmonot eğitimi falandır.. hell yeah!