Salı, Şubat 17, 2009

Aşık Veysel


yasaminda cektigi acinin haddi hesabi, manasi olmayan bir insan asik veysel.. dünyada duymadigim, dünyada tatmadigim bir hüzün barindirir sarkilari.. oyledir ki yasantisi, türkiye'de degil de amerikada yasiyor olsa mesela, (kör diyince direk akla ray charles geliyor ama degil, ray charles asik veysel'in cektiklerini cekse 30 farkli kansere yakalanirdi heralde) bin tane filmi cekilir, yarisinda basrolu denzel washington oynardi..

asik veysel 1894 yilinda dogmaya karar veriyor.. karar veriyor diyorum zira, daha dogumunda dakka bir talihsizlikle karsilasiyor.. annesi koyun sagmaya, meraya giderken, birden sancisi geliyor, ve tamamen kendi basina dogumunu yapip, sivri bir tasla veysel'in gobek bagini kesiveriyor.. sonralari meydanina heykeli dikilecek, sivas'in sarkışla ilçesini 1901'de cicek salgini vuruyor.. dünya saglik orgutunun 1900lerin ortalarinda dünyadan kazidigi bu hastalik, ne yazik ki veysel'in renklerini de elinden aliyor.. tek gozunde cicek cikiyor, otekisi de bunun acisiyla katarak sahibi oluyor.. tam sehre gidilecek, katarak iyileştirilecek derken, ters bir hareketle o ışığı goren gozune de comak giriyor..

şimdi soyle düsünmek gerek.. yil 1900.. osmanli'nin son zamanı.. istanbul bile toprak yoldan ibaretken, sivas'in bir alevi koyu.. ve kör bi cocuk.. babası fakir, esrafi fakir, cümle fakir.. ama babasinin sevgisi var.. babasi da zaten siire merakli bir adam, okuyor boyna, koroglundan, emrahtan, pir sultan abdal'i okuyor, dertli yi okuyor.. bir de saz veriyor eline, hayati boyunca dünyaya kendisini gostermesini sagliyor boylelikle..

cihan harbi cikiyor sonra, veysel'in tüm yasitlari askere gidiyor. köyde bir veysel kaliyor erkek.. kimsesiz.. bi sazi, onun da telleri koptumuydu, alacak takacak yok.. veysel bu günleri soyle anlatmis zamanında "“eve girerim, yüzüm asık: anam babam halimi bilmez. ben onlara derdimi, dokunmasın diye, açamam. onlar benim kafa tuttuğumu zannederler, bense derdimi dökmekten çekinirim, öyle ki, sazdan bile cayar gibi oldum.” eh anadoluda erkek cocuk farkli tabi.. vatan borcu esas o zaman borc.. ve veysel borcunu odeyemiyor.. acisi biniyor en basta:

“ne yazık ki bana olmadı kısmet
düşmanı denize dökerken millet
felek kırdı kolumu, vermedi nöbet
kılıç vurmak için düşman başına."





asik veysel'in babasi veyseli "belki ben ölürüm bakanı olmaz" diyerek akrabalardan esma diye bir kizla evlendiriyor.. esmadan bir kizi bi oglu oluyor veyselin, oglan daha memedeyken vefat ediyor.. annesi ondan bir bucuk sene sonra da babasi vefat ediyor.. abisinin eli bol biraz, bir hizmetkar tutuyorlar.. hizmetkar esmayi ayartiyor, birlikte kaciyorlar.. veysel elinde 6 aylik kiz bebesi ile kalakaliyor..tam 2 sene elinden dusurmuyor bebesini.. ama kör adam nereye kadar baksin ki? o da ölüyor...

30lu yillara geliniyor.. osmanli gidiyor ama memleket ayni memleket.. insani aynı insan.. yine de bir şeyler yapilmaya calisiliyor.. sivasta halk sairleri yarismasi düzenleniyor.. veysel ataturk destani ile katiliyor yarismaya, ve cok seviliyor.. hop aklina koyuor, destanini mustafa kemal'e okuyacak.. arkadasinin da aklina giriyor, yalin ayak, basi kabak, ankara'ya yürüyorlar sivastan..

"“köyden çıktık. yaya olarak yozgat köylerinden çorum-çankırı köylerinden geçip üç ayda ankara’ya gelebildik. otele gitsek para yok. ‘nere gidek? nasıl edek?” diye düşünüyoruz.

dediler ki: “burada erzurumlu bir paşa dayı var. o adam misafirperverdir.” o zamanlar dağardı diyorlardı, (şimdiki atıf bey mahallesi) orada ev yaptırmış paşa dayı. gittik oraya. adamcağız hakikaten misafir etti. birkaç gün kaldık o zaman, ankara’da, şimdiki gibi kamyon filan yok. bütün işler at arabalarıyla görülüyor.



at arabaları olan, hasan efendi adında bir adamla tanıştık. o, bizi evine götürdü. kırkbeş gün hasan efendi’nin evinde kaldık. gideriz, gezeriz, geliriz; adam yemeğimizi, yatağımızı, herşeyimizi sağlar.

dedim ki: -‘hasan efendi biz buraya gezmek için gelmedik! bizim bir destanımız var. bunu, gazi mustafa kemal’e duyurmak istiyoruz! nasıl ederiz? ne yaparız?’

dedi ki: ‘vallahi ben böyle işlerle ilgili değilim. burada bir milletvekili var. adı mustafa bey, soyadını unuttum. bu işi ona anlatmak gerek. belki size o yardımcı olabilir.’

gittik mustafa bey’e derdimizi anlattık. öyle böyle bir destanımız var. gazi mustafa kemal’e duyurmak istiyoruz. ‘bize yardım et!’ dedik.

dedi ki: ‘amaan! şimdi şaire falan önem veren yok. kıyıda köşede çalın çağırın. geçin gidin!‘ ‘yok öyle değil dedik. biz destanımızı okuyacağız, mustafa kemal’e!’

milletvekili mustafa bey, ‘okuyun da bir dinleyeyim bakayım’ dedi. okuduk dinledi. o zamanlar ankara’da çıkan hakimiyet-i milliye gazetesi’yle konuşacağını söyledi. ‘yarın bana gelin!’ dedi. gittik. ‘ben karışmam’ dedi. sonunda kesti attı. biz ordan döndük geldik. ‘ne yapsak?’ diye düşünüyoruz. sonunda, ‘matbaaya biz gidelim’ dedik. saza, tel alıp takmak eski telleri yenilemek de gerekti.



ulus meydanı’ndaki çarşıya, o zamanlar karaoğlan çarşısı diyorlardı. saz teli almak için karaoğlan çarşısı’na yürüdük. ayağımızda çarık. bacağımızda şal-şalvar, şal-ceket, belimizde kocaman bir kuşak.!

efendim polis geldi: -‘girmeyin’ dedi. ‘çarşıya girmek yasak!’ bizi tel alacağımız çarşıya sokmadı.

polis: ‘yasak diyoruz. siz yasaktan anlamaz mısınız? orası kalabalık. kalabalığa girmeyin!’ diye diretti. ‘peki girmeyelim’ dedik. polisi güya salmış gibi yürümeye devam ettik. adam geldi, arkadaşım ibrahim’e çıkıştı. ‘kafadan gayri müsellah mısın? girmeyin diyorum. beynini patlatırım senin!’ diye çıkıştı.

‘beyefendi biz dinlemiyoruz! biz çarşıdan saz teli alacağız!’ dedik. o zaman polis, ibrahim’e: ‘tel alacaksan bu adamı bir yere oturt. git telini al!’ neyse gitti ibrahim teli aldı geldi. tel taktık. ama sabahleyin çarşıdan da geçemiyoruz. sonunda matbaayı bulduk.‘ne istiyorsunuz?’ dedi müdür. ‘bir destanımız var. gazeteye vereceğiz!’ dedik.

‘çalın bakayım; bir dinleyeyim!’ dedi. çaldık dinledi!

‘ooo! çok iyi’ dedi. ‘çok güzel.’ yazdılar. ‘yarın gazetede çıkar’ dediler. ‘gelin de gazete alın!’ orada bize telif hakkı olarak biraz da para verdiler. sabahleyin gidip 5-6 gazete aldık. çarşıya çıktık.

polisler: ‘oooo! âşık veysel siz misiniz? rahat edin efendim! kahvelere girin! oturun!’ dediler. bir iltifat başladı ki sormayın! çarşıda bir zaman gezdik. fakat yine mustafa kemal’den ses yok.

dedik: ‘bu iş olmayacak.’ amma hakimiyet-i milliye gazetesi’nde destanımı üç gün birbiri üstüne yayınladılar. mustafa kemal’den yine ses çıkmadı. köye dönmeye karar verdik. fakat cebimizde yol paramız da yok. ankara’da bir avukatla tanışmıştık.

avukat: ‘ben belediye başkanına bir mektup yazayım. belediye sizi köyünüze parasız gönderir!...’ dedi. elimize bir mektup verdi. belediyeye gittik. orada bize dediler ki: ‘siz sanatkâr adamsınız. nasıl geldinizse öyle gidersiniz!’

döndük avukata geldik. ‘ne yaptınız?’dedi. anlattık. ‘durun bir de valiye yazalım!’ dedi. valiye de dilekçe yazdı. valiye dilekçemizi imzalayıp yine belediyeye buyurdu. belediyeye ilettik. belediye bize: ‘yok!’ dedi. ‘paramız yok! sizi gönderemeyiz!’ dedi.

avukat içerledi ve kahretti: ‘gidin! işinize gidin!’ dedi. ‘ankara belediyesi’nin sizin için parası yokmuş; tükenmiş!’ dedi. acıdım avukata.

‘nasıl edelim? ne edelim?’ derken bir de ‘halkevi’ne uğrayalım bakalım. belki oradan bir şey çıkar’ diye düşündük. mustafa kemal’e gidemiyok. halkevine gidek. bu defa, halkevine, bizi kapıcılar bırakmıyor ki girelim. orada dinelip duruyorduk.

içeriden bir adam çıktı: ‘ne geziyorsunuz burada? ne yapıyorsunuz?’ diye sordu.

‘halkevine gireceğiz ama bırakmıyorlar!’ diye cevap verdik. ‘bırakın! bu adamlar, tanınmış adamlar! âşık veysel bu!’ dedi. o içeriden çıkan adam, bizi edebiyat şubesi müdürüne gönderdi.

orada: ‘ooo! buyurun! buyurun! dediler. halkevinde bazı milletvekilleri varmış. şube müdürü onları çağırdı: ‘gelin halk şairleri var, dinleyin.’ dedi.

eski milletvekillerinden necib ali bey: ‘yahu dedi bunlar fakir adamlar. bunlara bakalım. bunlara birer kat elbise de yaptırmalı. pazar günü de halkevinde bir konser versinler!’

hakikaten bize, birer takım elbise aldılar. biz de o pazar günü ankara halkevi’nde bir konser verdik. konserden sonra cebimize para da koydular. ankara’dan köyümüze işte o parayla döndük. "

sonrasi bilinen hikaye, asik veysel'in halk ozani olmasi, cumhuriyet tarihimizin en büyük insanlarindan birisi olmasi, tüm türk müzigini etkilemesi..

gün ikindi akşam olur
gör ki başa neler gelir
veysel gider adı kalır
dostlar beni hatırlasın
hatırlanacak böyle bir adam, ebediyete kadar elbet dostları tarafından..

o degil de, agladim da yazdim yahu.. ne duygusal adam olmusum ben, nasil hala burkuyor yüregimi bu detaylar..

not: aradaki yasanmisliklar www.asikveysel.com dan araktir..