ömrümüz yeter de bir 30 sene yaşar 2040lari gorursek, o zaman "30lar çok sahaneydi, aleminyum folyo giyerdik" diye anlatiriz. ama simdilik 30lu yillar dendiginde benim aklima yeni kurulan cumhuriyet, fotr sapka, birinci sigarasi, sümerbank, ford t model gelmekte.. yaşasin 1930'lu yillar..
bir kere siyah beyaz yillardir bu yillar. insanlarin ellerinde devamli sigara vardir.. jet motoru'nu bulan muhendis ol istersen, istersen yargic ol her yerde sigara içebilirsin.. o yüzden siyah beyaz fotolara bakildiginda keskin bir sigara kokusu hissedilmelidir bence..
fotograf ve sinema daha kitleler tarafindan büyülü biliniyor, çiçek hastaligi ve çocuk felci gelişmiş ülkelerdeki insanlari da öldürüyor, agir bir ekonomik kriz ile boguşan dünyada gelişmiş ülkelerin bile gelişmedigi farkediliyordu.. keynes hayattaydi o zamanlar, mustafa kemal de, rosa parks, ve gandhi ve hitler, ve mussolini, franco... adile naşit ise istanbulda soğuk bir evde geliyordu dünyaya mesela.
dünya'nin tarihinde gördügü en büyük savastan henüz cikilan, o silahli savasta ölmeyenlerin, ekonomik krizle açlıktan ölme riski aldiklari yillardir otuzlu yillar.. fotograf bilinmezligini hala korurken, sinema ilk süperstarlarini cikartiyordu. rudolp valentino ya benzeme yarismasina bir türk subayi da katiliyordu hatta..
futbol dünyada global olarak yayilmaya başlarken, ilk dünya kupalari uruguay'in oluyordu.. kimse keynes'i dinlemiyor, versay anlasmasinin yükümlerini agir bulan almanya nasyonal sosyalizm'i desteklemeye başlıyordu.. zeplinler tarihlerindeki son yolculukları yapıyor, atlantigi ucakla geçmeye başaran ilk insan olma yarışında insanlar ölüyordu..
big band rüzgari tüm dünyayi sarmisken, insanlar istisnasiz olarak fötr sapkalarini tutuyorlardı. türkiye on yilda on beş milyon genç yetiştiriyor, anayurt'u demir aglarla örüyordu.. genç cumhuriyet yurdun her tarafinda fabrikalar açıyor, on sene oncesini unutmaya çalışıyordu.. mustafa kemal, "atatürk" oluyor, o tarihte kocaman adam olan herkesin iki ismi oluyordu..
istanbul'daki uc eroin fabrikasi çalışıyor, insanlarin çalıştıkları iş yerleri hep yürüme mesafelerinde var oluyordu. zaten araba dedigin pek yoktu. arabalar ekonomik krizi aşmanın tek yolunun ful istihdam'dan geçtigini düsünen keynes'in verdigi gazla yapilan otobanlardan sonra ortaya cikmaya basliyordu.. "ebuuuubaaa" diye giden arabalar ankara istanbul arasında gidip gelmeye başlamışlardı.. 1934 yilinda radyolarda türk müzigi yayinlanması yasaklaniyor. halk brahms, mozart, beethoven dinliyor. devlet kontrolunde.
yeşil koskun lambalari hakkinda bir tereddüt oldugu yillar.. arayip da sorulmuyor tabi
"alo, yesil kosk mu? yaniyor mu lambalariniz?" denmiyor tabi.. bir telgraf var, o da pahali ve sira var zaten.. hop direk sarkisi yaziliyor ayni konseptte
"yaniyor mu yesil koskun lambasi yaar
hiç bitmiyor şu gonlumun kavgasi"
ve müzeyyen senar manisa'da yazlik bir sinemada soylerken bu sarkiyi, kimbilir nedendir, onu izleyen manisa tarzan'inin gozleri doluyor..
tayyare piyangosu çekilirken, otomobil uçar gider şeklinde sarkilar soyleniyor, radyo'da hemen ajans haberlerinden sonra.. berlin'de olimpiyatlardan bahsediyor ayni radyo ve yaşar erkan'in adolf hitlerden madalyasini bizzat alacagindan dem vuruyor..
beyoglun'daki "azizyan" kitapevine steinbeck'in yeni kitabi geliyor "fareler ve insanlar".. insanlar fötr sapkalarinin altinda clark gable gibi ince biyiklar birakirken, clark gable empire state'in acilis töreninde kirmizi halida yürüyor.. bay mustafa ise henuz koye yoktan bir acı getiriyor.. oysa bambaşka memleketlerde, insanlar renkleri ayni olmadiklari için, beyaz kukuletali insanlar tarafindan öldürülüyor..
velhasil fakir ama güzel yillardir otuzlu yillar.. fakir ama daha yakın, fakir ama daha ihtirasli, fakir ama umut dolu, fakir ama korkulu yıllar.
ama en nihayetinde rüzgar gibi geçti deniliyor.. hatta filmi bile çekiliyor o tarihte.. sonunda ise savaş.. acıyla dolu bir 10 sene..
bu arada tüm yazı boyunca "umarım" dinlediğiniz parça, 30ların o tozlu havasını en iyi anlatan eserlerden birisi bence..