Perşembe, Ekim 08, 2009

Haftanın şarkısı #36 & #37: Father and Son & Feeling Good

bilimin bize verdiği süper cevaplarin ve geceleri rahat uyumamızı saglayan haplarin yaninda veremediği şeyler de var. mesela ne zaman nasıl büyüyoruz.

bundan 8 sene evvel babam ilk kalp krizi geçirdiğinde çok feci hissettiğimi hatirliyorum. dünyam yıkılmıştı ki dünyam ailemden ibaretti. tek cocuk olmanin özelliklerinden birisi dünyanizin iki tane kocaman kaplumbaganin sirtinda olmasi. kardeslerin sagladigi "atlas" vari dünya tutuşunu siz elde edemiyorsunz. o kaplumbagalardan birisi "yeter" demeye calismis, ama yine çağdaş bilim buna izin vermemiş ve hayat devam etmişti. ama gerçekten kendimi felaket hissetmiştim. ellerimi başımın arasina koyup saatlerce durduğumu ve bir yandan da agladigimi hatirliyorum.. hoş bir soda şişesinin üzerine oturup ölmeyi beklememiştim yine de..

bu gecen haftalarda yazdigim babamin ikinci enfarktusunun bana öğrettiği bir şey oldu. o da resmi olarak büyüdüğümü farketmem. (resmi gazetede yayinlansa böyle şeyler daha şenlikli bir cumhuriyetimiz olabilir) ulen adam ölüyor orada, tamam ben felaket bir endişe içindeyim ama o 8 sene önceki dünya yıkılması durumu yok. bir tevekkül hasil oldu "ne yapalim böyle işler sırayla" diyebildim bir an. şu yazilmamiş ama bir şekilde herkes tarafindan öyle olmasi düşünülen, öyle olmasi uygun görülen hadise vuku buldu "önce ebeveynler gider buradan" ya da el yazisi güzel diye dandik düşüncelerini okuyabildimiz çiçero'nun dediği gibi "savaşta babalar oğullarını, barışta oğullar babalarını gömeler" (o dönemlerde çok sahane fikirleri olup okuma yazma bilmeyen insanlar olduğuna eminim)

hayat size, ebeveynlerinizi kaybettiğiniz zaman yaşayacaginiz aciyi, kolunuzu kaybetmekten, serce parmaginizi koltugun ayagina carpma durumunda yaşayacaginiz aciya çeviriyor.. acı yine büyük ama işte hayat devam edecek, biliyorsunuz..

velhasil bu "sirayla" kismi şükür ki ertelendi. hala birlikte güldüğüm, benim okuduğum kitaplari ben yokken araklayip okuyan, benden çok seven, yemek yapip bize yediren, komikli bir şey izlediğimde, kafami çevirip o gülüyor mu diye baktığım, en büyük galatasarayli, ve sallanan koltukta uyumayi seven ve tansiyonu benimkinden küçük çıktığında "nasil koydum" bakışı atan, kocaman bir babam var.. eh kendimi mükemmel hissediyorum haliyle.. yorum yazan, geçmiş olsun diyen herkese teşekkürler..


bu arada iki şarkı. ilki cat stevens.. "father and son" bu ingilizler bir şekilde babalar hakkinda en şahane sanat eserlerine imza atmişlar. şu daniel day lewis'in oynadigi "in the name of father" aklima geliyor zaten ne zaman babami düşünsem mesela..

ikinci şarkı da koyu tenlilerin en güzel kadını nina simone'dan "feeling good" güneş bile insanin mutlu olduğunu bildiğinde, şarkı söylemekten başka bir şey kalmiyor diyor neticede.. ki bu zorluklarla geçmiş ömründe ne kadar az mutlu gün yaşamıştır nina simone.. ben söyleyeyim "12" (kusuratli verdim farkettiyseniz)