Cuma, Ocak 29, 2010

Looking for Eric: martılar tekneleri takip ederler, çünkü balık atılacağını bilirler


Futbolu galip geldiğimiz için sevmeyiz. Bilakis kağıt üzerinde galip olduğumuz hiç bir maç bize mutluluk vermez.. Biz futbolu bir martı'nın vapur'un peşinden gitmesi gibi severiz.. oradan birileri bize gevrek atma ihtimalini düşünerek. Belki bir pas çıkartır hagi, nihat aşırtır kalecinin üzerinden, semih susturur son dakikada binleri, hakan şükür uzak köşeye bırakır, kewell ayağının üstüyle yapıştırır topu kaleye ve biz hayatın tüm boktan şeyleri unutup gideriz. işte bu yüzden futbol'u belki de yarım milyar insan seviyor dünyada..

işte böyle nefesi kesilip, hayatı siktir edenlerden bir tanesinin hayatını anlatmış, ken loach "looking for eric" de.. öyle beğendim öyle sevdim ki, padişah olsam sanırım ken loach'i devlet nişanı ile ödüllendirirdim "sultan azuth nişanı" takardım boynuna.. futbol sevmeyen birisi için bir şey ifade edebilir mi film emin değilim. belki benim eğlendiğim kadar eğlenmez, belki tahmin etmez gerçek futbol görüntülerinin neler olabileceğini ama yine de sever sanırım. başroldeki yaşlı eric'in kaybedişini, arkadaşlığı görüp eğlenebilir.. adam bilmem kaçıncı karısından kalan üvey evlatları ile birlikte yaşıyor.. o kadar dibe vurmuş ki filmi intihar sahnesiyle açıyorsunuz.. sonrası ise aleni komik bir macera.. ama işte şahsen benim filmin çoğu yerinde evimdeymiş gibi hissetmem, eric'in duvardaki eric cantona posteri ile kadir inanır'ın komser şekspirde atatürk'le konuşması gibi konuştuğu sahneler sayesinde oldu..



ken loach bize eski haltlari geri vermiş anlatabiliyor muyum? futbol oynayanları ilah gibi gördüğümüz zamanları, arkadaşların yardıma koştuğu anları, başımızın cidden boka bulandığı zamanları geri vermiş kamerasıyla.. ama demiş ki bir yandan "bak cantona da sonuçta senden farklı düşünen bir insan değil. ok senin dertlerin ayrı, onun dertleri ayrı.. mesela onun çözmesi gereken şey kime pas vereceği oldu zamanında, ama senin de sorunun aynı değil mi? sen topla değil de başka şeyle vereceksin belki pasını ama pası attığın adama ikiniz de güvenmelisiniz yoksa bu iş olmaz"

velhasıl ben çok sevdim. gönlümün altın palmiye'sini verdim dünyamın en güzel 2. yönetmeni ken loach'a.. ha sokakta görsem tanımam, selam vermem orası ayrı.. ha bir de futbol üzerine kendi düşüncelerini konuşturtmuş bir sahnede oyunculara.. endustriyel futbol, futbolu gerçekten seven bir grup insanı nasıl tribunlerin dışına itiyor onu söylemiş. eh haklı da herkesin takımını tribunde izleme şansına sahip olması gerek.. tek maça 50 lira veremeyen insanlar varken bu çok zor..