lhasa benim kişisel tarihimde apayrı yeri olan bir insan. kendisi hakkında zerre bir şey bilmiyordum şu güne kadar.. hatta şu resimden önce neye benzediğini bile bilmiyordum. ama sesi, ama şarkıları...
ne çok anım var benim lhasa ile.. mesela gece yolculukları, mesela içtiğim ilk sigara ankara yolunda, dünyanın en yalnız dinlenme tesisi "kolaylı"da..mesela bir aşti sabahında, mesela yağmurlu bir izmir gecesinde, konağın orta yerinde bir bankta aniden umarsızca "abi almaz mısın" diyen bir kızın sesi diğer kulaktayken.. lhasa'nın sesi eve gelen lahmacun'un yanındaki biber turşusu oldu hep benim için.. hani şu acı olduğunu bilerek yediğiniz, sizi mahveden ama bir sonraki sefer yeniden yemek istediğiniz o küçük yeşil şeyler gibiydi lhasa hep.. geldiği kavanozu zerre merak etmeden.. yetiyordu o minik biber çünkü tüm hayatıma biraz renk katmaya..
1 ocakta kanserden ölmüş lhasa. bir arkadaşa şarkısını gönderirken ben, öldüğünü bilmeden, farkediverdim.. cep telefonlarını daha küçük ve dokunmatik yapan ilim, kansere çare bulamıyor neredeyse yüz yıldır..
Çoğu insan ölüme hazır değildir, ne kendi ölümlerine ne de başkalarının. Şoka girerler, ödleri patlar, beklenmedik bir sürprizdir ölüm onlar için. Olmamalı oysa. Ben ölümü sol cebimde taşırım. Bazen cebimden çıkarıp onunla konuşurum: "Selam yavrum, nasılsın? Ne zaman geleceksin beni almaya? Hazırım."
Bir çiçeğin büyümesi bizi ne kadar kederlendiriyorsa, ölüm de o kadar kederlendirmeli. Korkunç olan ölüm değil, yaşanan ya da ya-şanamayan hayatlardır. İnsanlar hayatlarına saygı duymuyorlar... -Charles Bukowski-