Pazar, Mart 04, 2012
the muppets
"hiç kimseye, hiç bir şeyi anlatmayın. çünkü anlattığınızda özlersiniz.. ve hiç bir şeyi, özlediğiniz şey kadar sevemezsiniz" diyordu "holden caulfield", "gonulçelen" kitabının bir yerlerinde..
bir grundig televizyonda, siyah beyaz izlenirdi kuklalar.. ve yanan sobanın üzerinde kavrulan kestane gibi kokardı hepsi. ve o yüzdendir ki, ne zaman bir kukla görsem, burnuma kestane kokuları gelir.. televizyonlar siyah beyazlardi ve tek kanallıydılar.. tek kanallı olmasında bir sıkıntı yoktu.. zira sonra trt2 geldiğiinde, bir çok kanalımız olduğunu ama hiç bir kumandamız olmadığını farketmemizin akabinde evin tek çocuğu olan benim "kumanda" olma sürecim başlıyordu..
ama kuklalar başladığında, tüm domuzcuk piggysiyle, kurbağa kermitiyle, yaşlı ihtiyarlarıyla başladığında, kumandalık kimliği bir koltuğa bırakılır çocuk olurdum tekrar..
2012 yasinda, hala bir çocukken, hala sevmeyi bilmeyen bi eşek sıpasıyken bir cumartesi gecesi, anlatmaktan, özlemekten korkulan bir cumartesi gecesi 2 saat boyunca kalbi ısıtan bir film olmuş bu.. her şeyiyle kusursuz, mevzusuyla, eglencesiyle, acısıyla..
ama işte insan özlüyor.. muppetlarin "jim henson" i özledikleri gibi özlüyor.. ve sakin kimseye bir şeyi anlatmayın..