Cumartesi, Ağustos 24, 2013

Yıldız Kenter ve Şükran Güngör'e Dair

türk televizyonları biraz garip, hafta içinde prime time da survivor gibi programlari yayinlarlar, o zamanlar hiç bi entelektüel tv başında olmaz sanarlar, herkes operadir, kokteyldedir, ne bileyim efendim şiir dinletisindedir onlar için. ama işte cumartesi öğleden sonraları, pazar sabahlari entelektüeliteden geçilmez televizyonlar.. sanat programlari, ne bileyim efendim tatli sohbetler, tiyatro kitap tanitimlari girla gider.. "haydi entelektüeller tv başına" konseptindeki bu programlardan birine bu sabah yakalandim.. geceleyin tarihin arka odasi acikken uyuya kalmisim sabahleyin kulagimda "yıldız kenter de böyle işte" laflari ile uyandim..

 
 ama uyku ile ayiklik arasinda plazma bir evredeyim, yildiz kenter bir yandan "şükran'i unutamadim onu çok özlüyorum" diyor ben plazma plazma agliyorum.. "yaaaa ama çok zor 40 senelik hayat arkadasindan ayrilmak" diye mirildaniyorum.. alenen gözlerim yaşarmiş, yastigi islatmisim.. öyle aglak bir şekilde pazar sabahina uyandim. balçiçek pamir karşımda "ne güzelmiş değil mi?" diyerek empati kumkumalığı yapiyordu ki dayanamadim değiştirdim kanali. fenerbahçe'nin kaçırdığı pozisyonlarin analizi tvden akarken, ben direk mutsuz mutsuz yildiz kenter ve sükran güngör'ü arastirmaya basladim..



öncelikle söyleyeyim, şükran güngör'ün ölümünün üzerinden 11 sene geçti. turgutreiste yatiyor kendisinin aziz naaşı. uğrayan, eden olursa etrafta vardir mersin yapraklari, koyu versin mezarinin üstüne, rivayettir merhum'a iyi gelirmiş..

tanistiklarinda şükran güngör 30, yıldız kenter 28 yaşındaymış. muhtemelen o yaşa kadar, sevdiler, sevildiler, aşkı ve ihaneti gördüler.. yıldız kenter,şükran güngör ile ilk tanışmasını anlatırken "Aşk değildi ilk hissettiğim" diyor, "Düzensiz, kaypak bir yaşamdan sonra güveni, huzuru, hoşgörüyü, anlayışı, saygıyı arayan iki insandık. Bizi bunlar yakınlaştırdı. Aşk, sonradan geldi." Belki de bundan sürüyor hala büyük aşkları.. Tabi her büyük aşk gibi birileri karşı çıkıyor evlenmelerine, sessizce evleniyorlar teşvikiyede bir arkadaşlarının evinde. İkisinin de ailesi diğerini tasvip etmezken, balayını sahnede yapiyorlar, oyunun ismi "Pembe Kadın".. (ben ki tiyatroyu seven bir insan değilim, en son gittiğim oyun "çukulatali süt ve uzaylı arkadaşlarımız" adlı oyundur, yine de tiyatrocuların bu azimlerine, bu sevgi ve bağlılıklarına acaip imrenirim)

tabi koca bir hayat, birlikte yenmişler ve yenilmişler, zorluk da çekmişler sırt sırta verip yıkılmamışlar da, arkadaşlarla gülmüşler, birlikte ağlamışlar. her sabah uyandıklarında, yanlarında sevdikleri insanı görmüşler ama, suratlarında kırışıklıklar oluşurken, her kırışıklıklarını defalarca öpmüşler..

"Bu evde hâlâ her an onunla yaşıyorum" diyor Yıldız Kenter, "Tek zorluk var: Ona sarılamıyorum".


ve yıldız kenter'in şükran güngör'ün ölümünden sonra yazdığı cevapsız mektup:

Canım'a ilk mektup
Şükraaaan!
Bebeğim,
Koca kafalım,
Kara adamım,
Eğri bacaklım,
Yakışıklım,

Bunları çabucak, arka arkaya sıraladığımda gülerdin mutlaka. İnanılmaz güzellikte bir gülüş.. Mahmut'un çektiği resimdeki gibi... En İyi Oyuncu ödülünü aldığında, sevinçle kucaklaştığımızda çekilen fotoğrafımızdaki gibi... O resimlere ve kafamdaki sonsuz resimlerine baktığımda, büyük acıma senin gibi gülümseyerek bakmaya ve büyümeye çalışıyorum. Kafamda, yüreğimde, önümde, ardımdasın. Hep yanımdasın. Çiçeklerde, esen rüzgarda, doğan güneşte, incecik beliren ayda, dolunayda hep sen varsın. Yanımdasın. Seni duyuyorum, seninle yaşıyorum. Sana uzanmak, o şefkatli ellerine dokunmak istiyorum. Dokunamıyorum... Ağlıyorum. Yıldız

ben de sabah sabah, niye ağlayarak uyandım diyordum ahmak gibi.. bu arada hep böyle duygusal şeyler yazmaya başladım, allahım karı mı oluyorum ne? diğer erkek blogcular gibi şunu düdükledim, buna çaktım, aman şöyle kadınlar boşalıyor, böyle cinsellik gibi yazılar yazmam gerek sanırım artık.. ulen benim de zürriyetim tam be, pipim de kücük değil.. allah allah neden böyle hisli bişey oldum ki ben? biraz abazalik ver yarap! can dündar'a mı dönüyorum?